Olimpiyatların Mimarı Mösyö Coubertin
Tarih:2013-02-07 / Hit:3314
Efendim, vakt-i zamanı evvelinde Helen Kraliçeleri muhafızlarını bizzat seçer, talipler içinden boylu poslu, kaşlı gözlü olanları bir kenara ayırırlar. Adam bu, kavun değil ki koklayarak anlayasın, “first leydi”miz kendince bir yol bulur muhafız adaylarını soydurur ve at gibi koşturmaya başlar. Stadyuma kraliçeden başka kadın yaklaşamaz, ezkaza o cihete bakanın gözünü oyarlar.
Müsabaka basittir, 180 metrelik parkuru önde bitiren atletleri defne dallarıyla dallar, dallıları kendi aralarında koşturur, ikinci kez de kazananın dalı üstüne dal koyarlar. Üç dal, dört dal derken dallaya dallaya baş dallamayı bulurlar. Ancak kraliçe “bana tazı değil, savaşçı lâzım” deyince yarışmalar çeşitlenir, şampiyonlar savaş arabası kullanır ve pankreas müsabakalarına alınırlar. Cirit savurur, gülle tartar, disk atarlar...
Kral da kraliçeden aşağı kalacak değildir ya, o da onbeşlik kızları koşturmaya başlar. Zavallılar yarı şeffaf bir bez parçasına bürünür, sağ omuzlarını açıkta bırakırlar. Kral “zampara” demesinler diye oyunların “tanrıça Hera” adına yapıldığını ilan eder ama bunu kimse yutmaz. (Tarihçi Pausanias)
Bu yarışmalara sadece bekar ve bakireler alınır, Yunan olmayanlar ve Zeus’a inanmayanlar asla katılamaz. Köleler mi? Semtine bile yaklaştırılmaz. “Yani?” diyeceksiniz.
Yanisi şu ki: “Olimpiyatların menşeinde din, dil, ırk, sınıf ve ‘cins’ ayırımı vardır. Üstelik insan onuru ile oynarlar.” Olimpiyatlar hangi aralıklarla yapılır ve ne kadar sürer bilemiyoruz, ancak Yunanistan’ı işgal eden Roma İmparatoru 2. Theodosius bu yarışmaları “ahlâksız” bulur. Oyunları yasaklamakla kalmaz, stadları da yıkar. Bu geleneğin dibini kazır, izini bile bırakmaz.
1948 Lodra Olimpiytaları
Yunanlılar 1830’lu yıllarda Rusya ve İngiltere’nin gazına gelir, “bağımsızlık” sakızı çiğnemeye başlarlar. Uluslararası arenada dikkat çekmek için Olimpiyatlar iyi bir bahane olacaktır, nitekim 1859’da Evandelos Zappas’ın mali desteği ile “Zappas Oyunları”nı düzenler, ancak bekledikleri ilgiyi bulamaz, mahalli kalmaktan kurtulamazlar.
C.S. (Coubartin’den Sonra)
Bilirsiniz beyzadeler baba kesesinden yer, içer, kendilerine meşgale ararlar. İşte Rum asıllı Baron Coubertin de onlardan biridir. İyi bir tahsil alır, kürek çeker, ata biner, seyahatlere çıkar. Oyalanacak şeyleri bitirdikten sonra ulu büyük (!) dedelerine lâyık olmaya, “Helenizm” adına bir şeyler yapmaya kalkar. Tutar, Theodosius’tan 1500 yıl sonra Olimpiyat meşalesini yakar.
Mevzuya ilgi duyanlar Sorbonne salonlarında toplanır, hep birlikte oyunları başlatma kararı alırlar. Bu şerefi elbette Yunanistan’a bağışlarlar! Gelgelelim Yunanlılar işi ciddiye almazlar. Ne zaman ki Macarlar “bizde yapılsın, her masrafı karşılayalım” teklifinde bulunurlar, silah tüccarı Avaroff elini cebine atar, bu işe tam 1 milyon Drahmi harcar. Dünyanın dört bir yanına telli pullu davetiyeler yollar ancak 13 devletin gönlünü yaparlar. Rumlara göre bu “uğursuz” sayı tam bir felakettir. Zira onüç, 1-4-5 ve 3 rakamlarının toplamıdır ki iş 1453’e çıkar. Sanki başlarının üzerinde kara bulutlar dolanır, panik halinde sokağa dökülür, oyunların iptali için nümayiş yaparlar.
Mösyö Coubertin 1896 Atina, 1900 Paris ve 1904 Saint Louis Olimpiyatlarından sonra Türkiye’yi hatırlar. Ünlü idman Muallimi Selim Sırrı Tarcan’ı komiteye yazar. Türk olimpiyat komitesi başkanlığına Servet-i Fünun gazetesinin sahibi Ahmet İhsan Tokgöz getirilir, Hasib, Asaf ve Cevat Rüştü Beyler üye olurlar. Yine bu ziyaret esnasında kendisine tercümanlık yapan GS Lisesi öğrencisi Aleko Mullos’u 1908 Londra Olimpiyatları’na götürür, ama Aleko madalya filan alamaz. 1912 Olimpiyatları’na ise Robert Kolej öğrencilerinden Mıgıryan ve Papazyan isimli gençler katılır, lâkin finale kalamazlar.
Olimpiyatlar, insanlığa kardeşlik değil, kargaşa getirir. Sınır dalaşmaları yaşayan devletler sahalarda da takışırlar. Sömürgecilerle hürriyetçiler savaşır, zencilerle beyazlar, zenginlerle açlar kıran kırana yarışırlar. Çin-Taiwan, Kuzey Kore-Güney Kore , Arap-İsrail gerginliği kök salar. Gençler militanlaşır, militanlar kamplaşırlar. Derken bir “Demirperde-Hür dünya” yarışıdır başlar. Bu iki blok sadece “Türk düşmanlığında” mutabık kalırlar.
Kameralar da olmasa!
Tartışmalı hakem kararları ayrı bir hastalıktır. Olimpiyatlarda güçlüler gövde gösterisi yapmalı, fukaralar hadlerini bilmeli, oturup süperleri alkışlamalıdırlar.
Olimpiyatlara katılmak kâğıt üzerinde amatör sporcuların hakkıysa da gözde sporcular profesyonellerden iyi yaşar. Doğu Bloku, sporcularını daçalarda (devlet malı saray yavrularında) ağırlar. Batılılar ise tez günde doların yeşiliyle tanıştırırlar. Ossaatten sonra citius (daha hızlı), altius (daha yükseğe), fortius (daha ileriye) sloganı tad vermez, “daha ünlü, daha zengin, daha havalı” olmaya bakarlar.
Aradan uzun yıllar geçer. Naklen yayınlar yüzünden hava yumuşar, seyirciler “nispeten” toleranslı, hakemler “mecburen” insaflı olurlar.. Modern Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu Baron Coubertin 1937’de ölür. Artık “önemli olan yarışmaktır” diyen kalmaz, kazanmak için “her yola” başvururlar...
İrfan Özfatura- Ahmet Sırrı Arvas