Youtube Video

Güler Yüzlü Tatlı Dilli Bir Öğretmen Mus'ab bin Umeyr (Radıyallahü anh)

Güler Yüzlü Tatlı Dilli Bir Öğretmen Mus'ab bin Umeyr (Radıyallahü anh)

Ahmet Sırrı Arvas

Tarih:2020-10-21 / Hit:10241

Kanlı gösterilerin yapıldığı arenalar, her öğün esir paralayan aslanlar, mermer gözlü putlar... Gök renkli zırhlar, ormanlaşan mızraklar, küflü zindanlar... Dibinde firavunvari gölgelerin oynaştığı ehramlar, ateşgedeler, brahmanlar, şamanlar... Ata, ota, ite tapanlar, diri diri gömülen çocuklar ve tahrif edilen kutsal kitaplar... Hasılı ufukların karardığı ve son peygamberin hasretle beklendiği yıllar.

El bebek gül bebek Mus'ab anasının babasının üstüne titrediği bir gençtir. Bir kere çok yakışıklıdır, gözleri boncuk boncuk, saçları lüle lüledir. Sonra zariftir, kibardır, efendidir, gönül almasını bilir. Atlas pelerinini omuzuna atıp keyfiyesini rüzgara verdi mi masal kahramanı gibi bir şey olur, emirleri bile imrendirir. Kuşağına mücevherlerle bezeli hançerler sıkıştırır, yakasına goncalar iliştirir. En cins atlara o biner, en körpe kuzular onun uğruna kesilir. Ona Çin'den Maçinden kumaşlar, Hint'ten Habeş'ten ıtırlar gelir, peşinden çiçek yüklü rüzgârlar estirir. Hangi sokaktan geçse mandallar tınkırdar, sürgüler çekilir, gıcırdıyan kapılarda kara gözlü kızlar belirir. Yani diyeceksiniz. Yani bir gencin başını döndürecek ne varsa Mus'ab'ın önüne serilir. Ancak... Ancak o yeyip içip keyfine bakamaz zira sırtındaki kaftanın da önündeki sofranın da birilerinin kanına ve terine malolduğunu öğrenir.

Bu sömürü çarkından sebeplenen kim varsa alayından, put tacirlerinden, müstehzi silahşörlerden, kibirli asillerden, bir miskal gümüş için kırk takla atan soytarılardan ve faltaşı gözlü büyücülerden nefret eder. Fukaranın aranıp sorulduğu, kölelerin insanca muamele gördüğü hakça bir düzeni özler. Evet, Kureyş'e nizam verebilmek onun haddi değildir ama adalet vaad eden biri çıksa seve seve emrine girebilir. Haktan hukuktan bahseden bir lider için canını verebilir. Konaktan zindana...

İşte bu düşüncelerle dolup taştığı günlerden birinde ayakları onu Dar-ül Erkam'a getiriverir. Nasıl olursa olur, içeri girer ve Âlemlerin Efendisi'nin sohbetinde umduklarına erişir. Mus'ab bin Umeyr kuşlar gibi hafifler, bu neşeyi, bu müjdeyi ebeveyni ile paylaşmak ister. Ancak annesi bu haberden hiç hoşlanmaz. Hele babası beklenmedik şekilde parlar, sırtında kırbaçlar koparır, belinde değnekler kırar. "Sen koskoca Rabioğullarının varisisin" diye haykırır, "belki yarın Mekke'ye emir olacaksın. Geleceğini ayaklar altına alamaz, bir yetimin peşinde koşamazsın." Mus'ab'ı (Radıyallahü anh), Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetlerinden ayırabilmek için ellerinden geleni yapar ama başarılı olamazlar. Tutar gülyüzlü genci gün görmez bir dehlize kapar, aç ve susuz bırakırlar. Mu'sab tıkıldığı rutubetli mahzende boyun büker, el açar. Artık uğrunda ölünebilecek bir şeye sahiptir ve eziyetlerden tad almaya başlar. Yemez ama acıkmaz, içmez ama susamaz, ıslak duvarlara "Allah kerim" diye fısıldar. Sonra...

Sonra yine falakalar, yine sopalar, dayaklar, kırbaçlar... Hasrete dayanılmaz Mus'ab tekmeden, tokattan korkmaz ama Efendimizin hasreti yaman sarar. Bir fırsatını bulup kaçmalı ve sahra aşmış seyyah gibi sohbete koşmalıdır. Zor olur ama onu yapar.

Gelgelelim Mekke çok değişmiştir, dışarısı zindandan bile fenadır. Zira o günlerde müşrikler, müminleri tecrid eder, felaket bunaltırlar. Bedelini misli misline ödeseler bile mal satmaz, bir avuç buğdayı, bir tas sütü kıskanırlar. Dahası evlerini basar, tezgâhlarını kırar, yollarına pusular kurarlar.

Efendimiz, gülyüzlü Musab'a kıyamaz eliyle Afganistan taraflarını gösterip, hicreti işaret buyururlar. Hazreti Mus'ab Necaşi'nin ülkesinde rahattır. Bir tüccar oğlu olmanın rahatlığı ile alır, satar, öyle veya böyle çorbasını kaynatır. Artık dar da olsa bir evi, az da olsa azığı vardır. Lakin Resulullah Efendimizin nurlu siması gözünden gitmez, sesi kulaklarında çınlar. Dar-ül Erkam'daki sohbetleri hatırladıkça burnunun kemiği sızlar. Elbette mahzunlaşır ve inanın çok ağlar. Hasret dayanılmaz olunca "ölümse ölüm" der, malını mülkünü fukaraya dağıtıp yola çıkar.

Soluk soluğa Mükerrem Belde'ye koşar. Server-i Kâinat onu etekleri ipliklenmiş ucuz bir esvap ile görünce çok duygulanırlar. Hazret-i Ali'ye dönüp "Kalbini Allahü teâlânın nurlandırdığı şu kimseye bakın. Anne ve babası en iyi yiyecek ve içecekleri veriyordu. Allah ve Resulünün sevgisi onu bu hale getirdi" buyururlar.

Medine'nin kandili Mus'ab bir ümit yine evlerine gider ve annesini bir kez daha İslâm'a davet eder. Kadıncağız bebek yüzlü Mus'ab'ını görünce bir hoş olur. Yiğidinin vücudu daha bir oturmuş, teni daha bir kavrulmuştur. Siyah sakalı ve uzun saçları ile koca adam olmuştur ama siması hâlâ bebek gibidir. Sanki alnı nurlanmış, bakışları derinleşmiş, yüzü mânâlanmıştır. Şu şirin çocuğu kucaklasa ne vardır ama o, kadife sesli, boncuk gözlü, lüle saçlı Mus'ab'ına yabancı gibi davranır. Şimdi Mekke eskisinden de tehlikelidir, zira babası işi şeref meselesi yapmış peşine kanlı katiller takmıştır. İşte tam o günlerde Akabe'de biat eden 6 Medineli kendilerine İslâmı öğretecek bir muallim isterler. Efendimiz Mus'ab'ı işaret ederler. ...Ve yedi mümin Münevver beldeye doğru yürürler.

Medine denizleşen hurmalıklar arasına sokulan taş evleriyle göz okşayan sevimli bir beldedir. İnsanları munis, toprağı bereketli, havası serincedir. Mekke kara ve sivri tepeciklerin arasında sıkışan bir şehirdir. Yeşili azdır, evleri kerpiçtir. Öğlen sıcağında fırını bile aratır, insanları iklimi gibi serttir.

Mus'ab, buna rağmen Mükerrem beldeden uzaklaşırken çok hislenir. Çocukluğunun geçtiği sokakları hafızasından silebilir ama kutlu Resul'den ve nurlu Kâbe'den ayrılmak kolay değildir. Medineli müminler gülyüzlü muhaciri bağırlarına basar, nasıl ağırlayacaklarını şaşırırlar.

Genç muallim Esad bin Zürare'nin evini medreseye çevirir, kimine elif be öğretir, kimine tefsir, hadis belletir. Zengin fakir ayırmaz, her yaştan ve her sınıftan insanla bir araya gelir. Sayıları katlana katlana artar ve çatı altlarına sığmaz olurlar. İşte bu kıpırtı Medine emirlerinin gözünden kaçmaz, "muhtemel bir tehdide" karşı tedbir almalı yumruklarını masaya vurmalıdırlar. Öyle ya birileri insanları böylesine etkileyebiliyorsa saltanatları sallanıyor demektir.

Önce Useyd İşte müminlerin koyu gölgeli bir hurmalıkta sohbeti koyulttukları demlerde Emir Sa'd, sağ kolu Useyd'i üzerlerine yollar. Güya esecek, gürleyecek, tehdit edecek ve kalabalığı dağıtıp işi bitireceklerdir. Useyd güçlü bir silahşör olmanın yanında hatırı sayılır bir ediptir. Kâh sanatlı tasvirler yapar, kâh içli beyitler yazar. Hurmalığa sessizce sokulur, konuşulanlara kulak kabartır.

Her edebiyatçı gibi o da Kuran-ı kerimin cazibesine kapılır. "Bu sözler kesinlikle insan kelamı olamaz" der ve tereddütsüz aralarına katılır. Şimdi ne yapıp yapmalı Sa'd bin Muaz'ı kazanmalıdır. Eğer o, Kelime-i şehadet getirirse müminler çok ferahlayacak ama karşı durursa işleri hayli zorlaşacaktır. Sa'd, Useyd'in gelişinden bir fevkaladelik olduğunu hisseder, "ne o" diye gürler,

"gelişin, gidişine benzemiyor?"

- Beni tanır ve güvenirsin değil mi?

- Bırak bunları, seni nasıl sevdiğimi bilirsin.

- Öyleyse senden ufacık bir şey isteyeceğim. Gel, bir kez olsun gülyüzlü genci dinle. Ne söylediğini bilmeden ona düşmanlık edemezsin.

Adaletiyle tanınan bir emire yakışan da bu değil mi? Sonra Sa'd...

Sa'd bin Muaz insaf sahibidir, Useyd'e hak verir. Müminlerin arasına karışmalı, olup biteni gözüyle görüp karar vermelidir. Mus'ab'ı ilk görüşünde içi ısınır, zira o kendisi için bir şey istememektedir. İnsanların saadeti için çırpınmakta ateşe koşan insanlar için endişe etmektedir. Kaldı ki eski kavimlerden, geçmiş peygamberlerden ibretli kıssalar naklettiğine göre kaynakları sağlam olmalıdır.

Evet Mus'ab'ın da lisanı fasih, üslubu beliğdir ama Kur'an-ı kerim bambaşka bir şeydir. O içli sesin ahengine kapılır ve kapılanır İslâma... Sa'd bin Muaz'ın ilk işi kabilesini toplamak olur. Bir taşın üstüne çıkıp sorar. "Ey kavmim beni nasıl bilirsiniz?" Cevap gökgürültüsü gibi patlar: "İyi biliriz." Sa'd (radıyallahu anh) "öyleyse" der, "benim gibi Allah'a ve Resulüne iman etmelisiniz.

Putperestlikte inad edenler yanıma gelmesin!" Bu nasıl bir bağlılıktır bilinmez tek fire bile verilmez. Artık şehrin meydanında ard arda saflar tutar, aşikare namaza dururlar. Mus'ab'ın sohbetleri öyle tatlıdır ki Medine'li müminler nurlu Resul'e ve kutlu Kâbe'ye meftun olurlar. Bir hac mevsiminde Mekke'ye gelir ve çok dua alırlar.

Bu arada Mus'ab evladlığını yapar bir kez daha evinin kapısını çalar. Annesini yalvar yakar İslama çağırır ama istediği cevabı alamaz, hatta onu yeniden yakalayıp zindana tıkmaya kalkarlar. Mus'ab bütün Medinelileri sever ama Halid bin Zeyd'e kanı çok kaynar. Zaten Âlemlerin Efendisi münevver beldeyi şereflendirdiklerinde ikisini kardeş yaparlar. Mus'ab'la Halid yan yana seriyelere çıkar, Bedr'de omuz omuza vuruşurlar.

Ancaaak... Ayrılık ve vuslat Ancak Mus'ab bin Umeyr sancaktar olarak katıldığı Uhud'da şehadet şerbetini içer. Sancağı elinden melekler alır Efendimize ulaştırırlar.

Server-i Kâinat Mus'ab'ın nurlu cesedine yaşlı gözlerle bakar ve "Mekke'de senden güzel giyinen yoktu" buyururlar, "şimdi başın tozlu ve üzerinde sadece bir hırka var." Savaş bitince nurlu naaşın başına gelir "Müminlerden öyle yiğitler vardır ki onlar Allah'a verdikleri sözde sadık kaldılar...." mealindeki ayet-i kerimeyi okur ve "Allahın Resulü de şahittir ki kıyamet günü şehit olarak haşrolunacaksınız" buyururlar. Sonra sahabelere döner: "Bunları ziyaret ediniz. Kendilerine selam veriniz. Allah'a yemin ederim ki kim bu aziz şehitlere selâm verirse kıyamette mukabele görecektir" buyururlar.

O günlerde sahabe-i kiram fukaradırlar. Çok ararlar ama Mus'ab'a uygun bir kefen bulamazlar. Bir zamanlar atlas kaftanlarla dolanan genci soluk hırkasına sarar, toprağa bırakırlar. Evet bir kefeni bile olmaz ama kabrini ak çiçekler bürür ve bir başka ıtırlanırlar. Mus'ab Mus'ab güler, şehit şehit kokarlar... Halid bin Zeyd, bizim bildiğimiz adıyla Eyyûb Sultan ahiretliğini unutamaz. Ona lâyık kardeş olabilmek için her gazâya koşar, şehit olmaya bakar. Al kanlara bulanıp toprağa yuvarlandığında, şekiller silinip, sesler azaldığında, hani Azrail Aleyhisselam emaneti okşarcasına aldığında, gülyüzlü Mus'ab koşacak, onu kucaklayacaktır. Yıllar evvelki heyecanı ile Resulullah'tan söz açacak, belki de ellerinden tutup huzuruna çıkaracaktır. Öyle mi olmuştur bilemiyoruz ama yaşı yüze yaklaştığı günlerde onu İstanbul önlerine getiren sevda budur işte...

 

BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR

  • Teşekkür ederiz

    Ahmet Er

    2020-10-21 00:00:00

  • Merhaba, Destansı bir yaşam ve müthiş bir anlatım. Ufak bir düzelme Afganistan değil Afrika olacak ! Ellerinize sağlık..

    Enes

    2022-05-09 00:00:00

YORUM YAZ




Yazarın Diğer Makaleleri

Güler Yüzlü Tatlı Dilli Bir Öğretmen Mus'ab bin Umeyr (Radıyallahü anh)

Kanlı gösterilerin yapıldığı arenalar, her öğün esir paralayan aslanlar, mermer gözlü putlar... Gök renkli zırhlar, ormanlaşan mızraklar, küflü zindanlar... Dibinde...

Mütevazi Kahraman Yörük Ali Efe

Yörük Ali, 1896 yılında, Aydın ili Sultanhisar ilçesi Kavaklı köyünde doğar. Babası (Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi) arkadaşını korumak için katıldığı bir...

Rumlardan 30 Saat İşkence Gördü Tek Kelime Konuşmadı

Mâlum Kıbrıs 1570 yılında feth olunur. Hani Sokullu: Siz donanmamızı yakmakla sakalımızı tıraş ettiniz ama biz Kıbrıs’ı almakla kolunuzu kestik demişti ya... Türkle...
Tüm Yazıları