Şanlıurfa Seyahatnamesi
Cüneyt Günay
gunay.cuneyt34@gmail.com
Tarih:2021-10-23 / Hit:5294
“Bazı şehirler gezilmez, ziyaret edilir.” derler ya, sanki bu söz tamamen Şanlıurfa için söylenmiş. Memleketim Bursa da bu hususiyeti olan şehirlerden biri. Bildiğiniz üzere Bursa için “evliyalar şehri” derler, Şanlıurfa için de “peygamberler şehri”. İbrahim Aleyhisselam, Eyüp Aleyhisselam ve Şuayp Aleyhisselam’dan izler taşıyan bir şehir de ancak ziyaret edilir.
Şanlıurfa’ya gitmediyseniz bu kadim şehri listenize almanızı hem de ilk sıraya yazmanızı özellikle ve ısrarla tavsiye ederim. Ayrıca şunu da belirteyim ki Şanlıurfa’ya gittikten sonra seneye bir daha gidip hem gezdiğiniz yerleri bir kez daha gezmek hem de bitiremediğiniz birçok yeri gezmek isteyeceksiniz. Şanlıurfa’da üç gün kalmama ve bu müstesna şehri yoğun bir şekilde gezmeme rağmen maalesef gezemediğim birçok yer kaldı. Gezi boyunca bize refakat eden Şanlıurfalı Abdullah Tek Beyefendi, Şanlıurfa’ya gitmeden telefonla görüşmemizde, “Hocam, burası 3 günde bitmez!” demişti. Hakikaten de dediği gibi oldu.
Şanlıurfa hem maneviyatı güçlü hem de tarihî özellikleriyle “tarihin sıfır noktası” olması açısından dünyanın en önemli bölgelerinden biri. Ayrıca şehrin insanları oldukça sıcakkanlı ve misafirperver. Gezi boyunca bize rehberlik edip Şanlıurfa’yı anlatan ve Şanlıurfa’yı hücrelerine kadar yaşayan Mehmet Sadık Alican Bey Kapalı Çarşı’yı gezdirirken demişti ki, “Hocam burada istediğiniz dükkâna gidin, dükkândakileri tanımanız önemli değil, içeri girin ve ‘Karnım aç!’ deyin, size sorgusuz sualsiz mutlaka yemek ısmarlarlar.” Mehmet Sadık Bey’in bahsettiği bu atmosferi şehri gezerken yakinen hissettim. Sonra düşündüm ve bu durumun, İbrahim Aleyhisselam’ın ruhaniyetinin şehrin insanlarına bir yansıması olduğunu anladım. Çünkü malumalleriniz, İbrahim Aleyhisselam misafiri ve ikramı çok seven bir peygamberdi.
Şanlıurfa, 2020 senesinin nüfus verilerine göre 2.115.256 nüfusuyla Türkiye’nin 8. büyük şehri. Şehrin imarı ve tanıtımı ile ilgili Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi geceli gündüzlü çalışıyor ve önemli yatırımlara imza atıyor.
Şanlıurfa’ya gitmeden orada gezeceğim yerler hakkında çeşitli bilgiler topladım, tabii bunlara gezi esnasında topladığım ve öğrendiklerimi de ilave edip harmanlayınca ortaya güzel şeyler çıktı. Bu bilgileri siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Eğer hazırsanız kısa ama güzel bir Şanlıurfa turu sizi bekliyor.
Şanlıurfa buram buram tarih kokan bir şehir ama bu şehrin tarihi kadar gastronomisi de oldukça ön planda. Fakat bütün bunları anlatmaya ne benim bilgim ne de bu yazının hacmi yeter. Bu kültüre üç günlük gezimde yakinen hem şahit hem de vâkıf oldum, sizlerin de bu kültürden mahrum kalmanızı istemem. Herkese güzel bir Şanlıurfa seyahati tavsiye ederim. Bu arada yazımda kullandığım fotoğrafların hepsi Şanlıurfa’yı bütün hücrelerine kadar hisseden ve yaşayan, bu güzel şehrin tanıtımı için gece gündüz koşturan Fotoğraf Sanatçısı ve Araştırmacı Mehmet Sadık Alican Bey’e aittir. Kendisine gayret, emek ve katkıları için kalbî duygularımla teşekkür ediyorum.
Balıklı Göl
Şanlıurfa denilince herhâlde sadece benim değil herkesin aklına ilk önce “Balıklı Göl” ve buranın etrafındaki taş mimariden oluşan tarihî yapılar gelir. Hâl böyle olunca tanıtımıma da elbette Balıklı Göl’le başlamak icap eder.
Balıklı Göl; 150 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğinde, 3-5 metre derinliğinde, içinde sazan balıkları bulunan bir göl. Buranın ilk binası 13. yüzyılda yapılmış, 18 ve 19. yüzyıllarda ise yeni birimlerin eklenmesiyle Balıklı Göl’ün etrafı külliye hâline getirilmiş. Külliye; Halil-ül Rahman Medresesi, Rıdvaniye Camii ve Medresesi ile bir hazireden oluşuyor.
Balıklı Göl, gündüz oldukça kalabalık bir yer. Burayı sakin bir vakitte gezmenizi tavsiye ederim. Bunun için de en münasip zaman, sabah namazının hemen sonrası. Burayı, sadece bu vakitte boş bulabilirsiniz. Doya doya fotoğraf çekilebileceğiniz Balıklı Göl, kenarında oturup kendinizi dinleyebileceğiniz mükemmel bir yer.
Balıklı Göl
Halil-ür Rahman Camii (Döşeme Camii): Bu bölgede ilk yapılan eser. Evliya Çelebi buranın bir kilise olduğunu söylüyor. Kaynaklarda, 504 yılında yapıldığı bilgisine ulaşıyoruz. “Meryem Ana Kilisesi” olarak kayıtlara geçen bu kilise, Abbasi Halifesi Me’mun Dönemi’nde (813-833) camiye dönüştürülmüştür.
Minare, Selahaddin-i Eyyubi’nin yeğeni El Melik’ül Eşref tarafından 1211 yılında yaptırılır. Burada; Halil-ür Rahman Camii’nin minaresine baktığınızda Arap-Endülüs mimarisi, hemen ilerisinde Rızvaniye Camii’nde ise Osmanlı mimarisi olan yuvarlak minare örneği olmak üzere iki farklı mimari görebilirsiniz.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, burada Hazret-i İbrahim’in bir tekkesi olduğundan bahseder. Bununla ilgili de bir menkıbe vardır:
“O yıllarda Urfa’da kıtlık çıkar. İki putperest, İbrahim Aleyhisselam’a gidip ondan yemek isterler ama İbrahim Aleyhisselam’dan kendilerine dinini anlatmamasını isterler. İbrahim Aleyhisselam elinde ne varsa putperestlere verir ve sözünü tutup dini ile ilgili en ufak bir şey söylemez. Putperestler çok mahcup olurlar. İbrahim Aleyhisselam’a, ‘Bir kereliğine bizden bir şey iste, yapacağız.’ derler. İbrahim Aleyhisselam da ‘Bir kere benim Rabb’im için secde edin.’ der. Putperestler bunu kabul edip secdeye kapanırlar ve o esnada İbrahim Aleyhisselam ellerini açıp Allahü Teâlâ’ya şöyle dua eder: ‘Ya Rabb’i; benim işim buraya kadar, bunlara hidayet ver.’ Putperestler bir anda İbrahim Aleyhisselam’a iman etmiş olarak secdeden kalkarlar.
Halil-ür Rahman Camii
Mancınıklar
Halil-ür Rahman’ın tepesinde Urfa Kalesi’ni, kalenin üzerinde de iki tane sütun görürsünüz. Bazıları bu sütunların mancınık olduğunu ve İbrahim Aleyhisselam’ı bunun üzerine bağlayıp attıklarını söylerler ki bu kesinlikle yanlış bir bilgidir. İbrahim Aleyhisselam ateşe atılırken ne bu kale ne de bu sütunlar vardı. Kale, Abkar Krallığı’ndan kalma, sütunlar da bunların güneş tanrılarına adadıkları sütunlar. Yani sütunlar, İbrahim Aleyhisselam’dan 2 bin sene sonra yapılmış.
İbrahim Aleyhisselam’ın buradan ateşe atıldığı belirtilir. Yani, 200 metre uzaklıktan ateşe atılmış. “Neden bu kadar uzaktan attılar?” derseniz ateş çok büyükmüş ve Balıklı Göl’ün olduğu alanı dolduracak kadar odunla doluymuş.
Çiğ köftenin de o zaman çıktığı anlatılır. Nemrud ateş yakmayı yasaklayınca eti yoğurarak çiğ köfte yapma geleneği başlar.
İbrahim Aleyhisselam’ın ateşe atıldığında düştüğü yer Halil-ür Rahman Camii’nin yanındaki yerdir. Urfalılar buraya “Ağ Balık” yani “Akbalık” da derler. Bazen Halil-ür Rahman Gölü’nün içinde beyaz balığın gözüktüğüne inanır Urfalılar. Bu yapının altında suyun kaynadığı yerlerden biri de bulunmaktadır.
Halil-ür Rahman Camii’nin yanında Şazeli Tarikatı’ndan Hasan Şazeli Hazretleri’nin torunu Şeyh Ali Dede’nin türbesi var. 1639’da IV. Murat sefere giderken Urfa’da bu tekkeye uğrar ve Şeyh Ali Dede’nin duasını almaya gelir. Tekkenin maddi durumunun iyi olmadığını görünce Urfa’nın şu an en lüks semti olan Karaköprü bölgesini ikta olarak verir ve bölgenin vergiden muaf olmasını sağlar. Ancak bu söz, ağızdan verilen bir söz, berat yok. Sonra bunu, Şeyh Ali Dede, Osmanlı Sultanı IV. Mehmet’ten ister. IV. Mehmet de buna karşılık her gün ruhuna hatim indirilmesini ister. Bu hadise üzerine o zamandan beri hatm-i şerif okunur ve âdet bugün de devam eder.
İbrahim Aleyhisselam'ın ateşe atıldığı tepe - Urfa Kalesi
Rızvan Ahmet Paşa Camii: Bu eser, III. Ahmed’in hükümdarlığı döneminde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Dönemi’nde yani Lale Devri’nde yapılmış.
Rızvan Paşa bölge valisidir hem Halep’i hem de Urfa’yı yönetmektedir. Bu eseri de kendisi yaptırmıştır. Caminin içinde 3 taraflı bir medrese, içeride bir namazgâh, bir de şadırvan var. Caminin girişinde ise Şair Nabi’nin Hac yolculuğu esnasında yazdığı dillere destan şiirinin şu beyti bulunmakta:
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı İlâhî'dir Makâm-ı Mustafâ'dır bu
Rızvan Ahmet Paşa Camii
Ayn Zeliha Gölü
Ayn Zeliha Gölü; Halil-ür Rahman Gölü’nün hemen güneyinde (arkasında), Urfa Kalesi’nin önünde, 150 m² alana sahip bir göldür. Bu göldeki balıklar, mekânın kutsal olduğuna inanıldığından yenmez.
Urfa’nın sıcağında çayınızı serinleyerek içebileceğiniz harika bir yer.
Rivayetlere göre İbrahim Aleyhisselam ateşe atılacağı zaman; Nemrut’un kızı Zeliha, İbrahim Aleyhisselam’ın dinine iman ettiğini söyleyince babası tarafından ateşe atılır. Zeliha yanarak can verir. Daha sonra, Zeliha'nın düştüğü yerde bir göl oluşur. Bu göle de Aynzeliha (Zeliha Gölü veya Pınarı) adı verilir.
Diğer bir rivayette ise Zeliha'nın gözyaşlarından oluştuğu için ve Arapçada gözyaşı anlamına gelen "Aynzeliha" adı verilmiştir. Halkın inanışa göre göl veya göldeki balıklar kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların öleceğine ya da başına bela geleceğine inanılır.
Gölün etrafında insanların rahatlıkla oturup, bu tarihî dokunun atmosferini içine çekip dinlenmesi için çay bahçeleri mevcut. Özellikle bahar ve yaz aylarında ziyaretçi sayısı çok olan gölün içinde iki tane kayık bulunmakta. Misafirler, istediği takdirde kayıkla küçük bir tur atabilmekte.
Ayn Zeliha Gölü
Mevlid-i Halil Cami: Mevlid-i Halil Camii; Dergâh Platosu içinde, Balıklı Göl civarında yer alır. Mevlid, “kutlu doğum” demektir. Hazret-i İbrahim Peygamber’in yanı başındaki mağarada doğduğuna inanıldığından, camiye “Mevlid-i Halil Camii” adı verilmiştir.
Mevlid-i Halil Camii
Geleneksel Urfa Sokakları ve Mimarisi
Şanlıurfa; avlulu evleri, evlerin sokağa taşan cumbaları, altından yol geçen kabaltıları, meydan ve çeşmeleriyle âdeta bir açık hava müzesi görünümünde.
Yüksek ve kalın duvarlı evler, kabaltılar ve dar sokakların olması Urfa’nın sıcak ikliminden korunma amaçlıdır, bütün bunların neticesinde ortaya müthiş bir mimari çıkmış.
Urfa sokaklarında gezerken kendinizi, zaman makinesinde tarihe yolculuk yapar gibi hissediyorsunuz.
Geleneksel Urfa mimarisi Kabaltılar
Gümrük Han
Gümrük Han, Balıklı Göl ve çevresini ziyaret ederken çarşı gezisinde soluklanacağınız güzel bir mekân. Burası bana, Bursa Kapalı Çarşısı’nın içinde yer alan Koza Han’ı hatırlattı. Haşimiye Meydanı'nda yer alan ve 1563'te Kanuni Sultan Süleyman Han Dönemi’nde Urfa Sancakbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından inşa edildiği belirtilen Gümrük Hanı, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde "Yetmiş Hanı" olarak anılıyor. Avlusundan, Balıklı Göl’ün suyunun da aktığı tarihî han, Osmanlı dönemi ticaret mekânlarının başında gelmekte.
Gümrük Han’ın Osmanlı Türkçesiyle yazılı olan kitabesindeki metni şöyle: “Bu hanı; insanlara gelip gezsin, mutlu olsun diye zamanın Şehinşahı Sultan Süleyman’ın aciz, zavallı kölesi Behram Paşa inşa ettirdi.”
Gümrük Han
Eyüp Aleyhisselam’ın Sabır Makamı
Eyyübiye ilçesinde bulunan Eyyüp Peygamber’in makamı, Şanlıurfa’nın en çok ziyaret edilen mekânlarından. Amansız bir hastalığa yakalanan Eyyüp Aleyhisselam’ın iyileşene kadar kaldığı yer olarak bilinen makam, özellikle Hazret-i Eyyüp'ün sabrını dileyenler tarafından ziyaret ediliyor. Hazret-i Eyyüp'ün hastalığı süresince kaldığı çile mağarası ile hastalığı esnasında tedavi olduğu belirtilen su kuyusu ve Eyüp Peygamber’in sırtını dayadığı sabır taşını da ziyaretiniz esnasında görebilirsiniz.
Urfa Ulu Camii
Burada medeniyetlerin tamamını görebilirsiniz. Urfa Ulu Camii, yapım tarihi belirlenemeyen, “Kızıl Kilise” olarak adlandırılan eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi hâlen mevcut. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden caminin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Caminin günümüze kadar gelmesinde Osmanlı Devleti’nin önemi büyük. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde tamirat görmüş. Minareye, Cumhuriyet Dönemi’nde bir saat eklenerek minare, saat kulesine dönüştürülmüş. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir. Museviler, Hristiyanlar, Selçuklular, Artuklular, Zengiler, Eyyubiler ve Osmanlılara ait izleri yani Urfa’nın en özet tarihini burada görebilirsiniz.
Batık şehir: Halfeti
Şanlıurfa’nın batısında bulunan Halfeti, sakin ve şirin bir ilçe. Bu sakinliği de 2013 yılında Cittaslow Uluslararası Koordinasyon Komitesi tarafından “Sakin Şehir” ağına dâhil edilerek onaylanmış.
2000 yılında Birecik Barajı’nın yapımı sırasında Halfeti’nin yarısı sular altında kalmış. Yerel halk ise yaklaşık 15 kilometre ötede yeni yerleşim bölgesine yerleştirilmiş. Ancak Fırat Nehri’nin suları altında kalan kısım bir masaldan fırlamış gibi. Tekne turuyla gezilebilen bu batık kentte taş evler, mağaralar, camiler, ağaçlar zamanın bir anına sıkışmışçasına varlığını sürdürüyor. Bu da Halfeti’yi eşsiz bir yere dönüştürüyor.
Halfeti’yi eşsiz kılan bir özellik de Halfeti’nin, dünyada sadece burada yetişen “Karagül”e sahip olması. Kendine özgü siyah rengiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken karagül, Birecik Barajı'nın sular altında bıraktığı ilçenin ekolojik dengesinin değişmesiyle üretimi azalan çiçekler arasındaki yerini almış. Sadece ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde siyah açan karagül; reçel, lokum, parfüm gibi ürünlerin yapımında da kullanılıyor.
Hayat Bin Kays El-Harrani Hazretleri
Hayat Bin Kays, Harran’da yetişen evliyanın büyüklerinden ve ariflerin ileri gelenlerindendir. İsmi, Hayât bin Kays bin Rahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî’dir. Harran şehrinde doğup yetiştiği için Harrânî nisbeti ve Şeyh-ül-Kıdve lakabı ile meşhûr olmuştur. Yüksek hâllerin ve kerametlerin sahibi olup ehliyeti, ihlâsı, iffeti ve dinine çok bağlılığı ile tanınan bir zât idi. Cömertliğiyle meşhûrdu. 1185 yılında Harran’da vefat etti.
Âlim ve câhil, herkes ondan istifâde etmiş, başı sıkışan Harran halkına yol göstermiştir. Meselâ Harran Ovası’nda, bazen günlerce suyun damlası bulunmaz. Halk, bunun çaresini bulmuş: Hemen Hayât bin Kays Hazretleri’ne koşar, onun duasını alır; duasının himmet ve bereketiyle yağmur yağar, böylece halk da susuzluktan kurtulurmuş. Bu hususta onun yardımları saymakla bitirilemez. Sultan Nûreddîn Zengî, onu ziyaret eder; o da muvaffak olması için sultana dua edermiş. Aldığı manevi güçle Hristiyanlara karşı yaptığı cihat da azim ve gayretini kuvvetlendirirmiş. Sultan Selâhaddîn Eyyûbî de Hayât bin Kays Hazretleri’ni ziyaret eder, ondan dua ister, duasını alarak yaptığı harbi kazanırmış.
Hayat Bin Kays El Harrani Hazretleri Türbesi
Harran Kümbet Evleri
Hayat Bin Kays El-Harranî Hazretleri’ni ziyaret ettikten sonra az ileride bulunan Şanlıurfa ile özdeşleşen kültürel miraslarından Harran Kümbet Evleri’ni ziyaret edebilirsiniz.
Harran Kümbet Evleri’nin geçmişi, Urfa’daki diğer yapılar gibi çok eski değildir. Bu evler, ören yerinden toplanan tuğlalarla 150-200 yıl önce inşa edilmiş; kare ya da kareye yakın prizmatik bir temel üzerine bindirme tekniğiyle tuğlalardan yapılmıştır. Dışarıda sıcaktan kavrulurken içeri girdiğinizde müthiş bir serinlik hissedeceksiniz.
Harran Kümbet Evleri
Harran gece bir başka güzel
Göbeklitepe
Tarihin sıfır noktası olarak kabul edilen Göbeklitepe’de bulunmak oldukça heyecan verici. Bölgeyi gezerken kazı çalışmalarının devam ettiğine şahit olmak da ayrı bir güzel. Göbeklitepe, sadece ortaya çıkarılan kısım; daha büyük bir alan ise gün yüzüne çıkmak için bekliyor.
Peki Göbeklitepe nasıl keşfedildi?
Urfalı bir çiftçi, tarlasında antik bir tapınak keşfeder. Mısır piramitlerinden binlerce yıl eski, Ayasofya’dan çok daha büyük. Tuhaf sembolleri ve ürkütücü tasvirleriyle daha önce görülmemiş bir inancın anlatıldığı bir tapınak. Varlığı bütün teorilere meydan okuyor.
Medeniyetin kökenini, tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişin oluşturduğunu biliyorduk. Ama bir keşif, bize bunun aksini düşündürmeye başladı; burada keşfedilenler, bildiğimiz her şeyden daha eski.
Urfa, bereketli hilal olarak bilinen Mezopotamya havzasının kuzeyinde yer alıyor. Fırat ve Dicle Nehirlerinin arasında kalan bu kadim topraklar insanlık tarihiyle yaşıt.
T şekilli sütunlar, stilize yontular, saldırmaya hazır hayvanlar ve kapısız odalar... Hepsi kireç taşından 12 bin yıl önce inşa edilmiş ve ilk günkü gibi ayakta. Göbeklitepe, toplam 20 futbol sahası büyüklüğünde bir alana inşa edilmiş. Bu sütunların bazılarının ağırlığı 24 tonu, boyları ise 6 metreyi buluyor ve Göbeklitepe’de 200’den fazla irili ufaklı T sütun var. Bunları göçebe, avcı toplayıcılar yapmış. Göbeklitepe; yerleşik hayata geçişte ortaya çıkan alet edevat kullanılmadan inşa edilmiş. Henüz yazının, tekerleğin hatta çömleğin bile olmadığı bir çağda sadece keskin taşlar kullanılarak bir tapınak inşa edilebilir mi? Bu dönemde iki önemli taş mevcut. Bunlardan biri “sleksiti”, bu taş o dönemin çeliği gibi; diğeri de “opsidiyen”, bu ise kesici bir alet olarak kullanılmış. Opsidiyen, doğru bilendiğinde neşterden 7 kat daha keskin oluyor. Bugün bile modern cerrahide kullanılıyor. Göbeklitepe’yi inşa edenler, bu taşları kullanmayı oldukça iyi biliyorlarmış. Ama bu kadar büyük bir yapıyı inşa etmek için ustalıktan ziyade çok iyi organize olmuş kalabalık bir iş gücüne ihtiyaç var.
Ağırlıkları 24 ton olan taşları tek parça hâlinde inşaat alanına taşımışlar. Taşları işleyip heykelleri oymuşlar.
Kızılkoyun Nekropolü
Nekropolisler, Eski Yunanca’da “nekros=ölü” ve “Polis=şehir” kelimelerinden oluşan antik Yunan ve Roma kentlerinde şehir merkezi dışında yer alan mezarlık alanıdır. Kızılkoyun Nekropolü, Halil-ür Rahman Gölü’nün kuzeyinde Tılfındır Tepesi (Tılfıtır) yamaçlarında kurulmuş. Burada bulunan mezarlar MS 2 ve 4. yüzyıllar arası olarak tarihlendirilmektedir.
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğünün ortaklaşa yürüttüğü arkeolojik kazı ve temizlik çalışmaları ile 100’e yakın kaya mezarları gün yüzüne çıkartılmış. Gece ışıklandırması ise muhteşem bir görüntü arz etmekte.
Kızılkoyun Nekropolü
Şanlıurfa bütün bunlardan mı ibaret? Tabii ki değil. Başta da dedim ya, 3 günlük bir gezi, yoğun bir program ve bu süreye sığdırabildiklerim ancak bu kadar. Sizler daha iyisini ve fazlasını yapabilir, bu rüya şehri unutulmazlarınız arasına katabilirsiniz. Ama tavsiyem; listenin en başına, görülecek yerlerin ilkine Şanlıurfa’yı yazın. Gezip görünce pişman olmayacak, belki bana da dua edeceksiniz.
Bir başka seyahat yazımızda buluşmak temennisiyle sağlıcakla kalın.
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
-
Hocam emeğinize sağlık çok güzel anlatmışsınız Urfamızı tekrar bekleriz.
Mehmet Sadık Alican
2021-10-23 00:00:00
-
Masallah
Kader
2021-10-23 00:00:00
-
"Putperestler bir anda İbrahim Aleyhisselam’a iman etmiş olarak secdeden kalkarlar." Kısmi hatalı yazılmış olabilir mi? Olması gereken İbrahim Aleyhisselam in Rabbine olmalı sanki
Yavuz Doğan
2021-10-28 00:00:00
-
İmanın şartlarından biri de peygamberlere imandır. "Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur." Mekkeli müşrikler de peygamber efendimize iman etmemişti. Linkte detaylı olarak okuyabilirsiniz. https://m.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3567
Cüneyt Günay
2021-10-30 00:00:00