Bu Mübareği Çok Seveceksiniz Mübarek oğlu Mübarek
Ahmet Sırrı Arvas
ahmeta@img.com.tr
Tarih:2013-07-14 / Hit:12703
Henüz Moğol fitnesinin kopmadığı yıllar... Asya’ya yön veren efsane şehir Merv mücevher gibi parlar. Muhteşem beldenin sevilen Kâdısı, kızının büyüdüğünü ancak dünürcüler kapıya dayanınca anlar. Şu işe bakın, daha dün ardısıra koşuşturan, ip atlayan, seksek oynayan çocuğa talipler çıkar. Ancak kâdı efendinin acelesi yoktur, ince eler, sık dokur, biricik kızını vereceği adamda çok şey arar. Kadı Efendinin “Mübârek” adlı bir kölesi vardır, bu garip yıllardır bağına-bahçesine bakar. Bir yaz günü hani salkımların sepetlere sığmadığı bir yaz günü Kâdı Efendi misafirlerini bağında ağırlar. Kebablar yenilir, kahveler içilir, sıra meyve ikramına gelir. Köle Mübarek, tanesi en iri olan salkımları seçer, yıkar paklar, önlerine koyar. Koyar da sanki bu güzel ziyafetin üstüne limon sıkar, ağzına atanın yüzü buruşur, üzümler ekşi mi ekşi çıkar. Hani bir salkımcık olsun tatlısını bulsa...
Nereden bileyim?
Kadı efendi dayanamaz, sepeti koluna geçirdiği gibi bağa dalar. Bir yandan üzüm keser, bir yandan kölesini azarlar, “beceriksizliğin bu kadarına da pes yani” der, “ömrün burada geçsin, sen üzümün ekşisini tatlısından ayırama. Şu kehribar gibi sararmış, kızıl benekli salkımlar dururken, yeşilleri niye getirirsin anlat bana.”
- Onların taneleri daha iriydi ama. - Sen yeşil tanelerin eksi olabileceğini öğrenemedin mi hâlâ? Mübarek ellerini iki yana açar “nereden öğrenebilirdim ki” diye fısıldar.
- Canım nereden öğreneceksin elbette tadarak. / -Benim olmayan üzümleri mi ? - Şimdi, sen hiç üzüm yemiyor musun yani? / -Öyle bir izin verdiniz mi? Düşünün bir bağ elinden geçsin ağzına tek tane atma... Kadı tutulur kalır, kölesinin temiz bir genç olduğunu biliyordur ama bu kadarına o da şaşar. Misafirlerini uğurladıktan sonra Mübarek’i bir kenara çeker “sana bir şey soracağım” der, “duymuşsundur benim bir kızım var ve talipleri bunaltmaya başladılar. Üzerime üzerime geliyor, eşiğimi aşındırıyorlar. Aralarında subaylar var, emirler var, tüccarlar var... Kimi sandık sandık mücevher vaadediyor, kimi tapu üstüne tapu koyuyor. Sanki damat adayları resmi geçide çıktılar, asiller, zenginler, yakışıklılar... Sahi yerimde olsan nasıl bir seçim yapardın?
- Efendim siz de bilirsiniz ya, Yahûdîler mala, Hıristiyanlar güzelliğe, Câhiliyye devri Arabları ise soya sopa bakarlar. Asr-ı saadet yıllarında ise sadece ihlas ve takva ararlar. Ama zamânımızda makama mevkiye çok itibar ediyorlar. / -Peki sana bir soru daha. / -Buyrun? / -Oğlum Mübarek, kızımı alır mısın söyle bana? / -İyi de kızınız benim gibi değersiz bir köleye varmak ister mi acaba? / -Soracağız elbet, onun rızasını almadan olmaz.
Alır da... Olur da... Kâdı efendi hayırlı işi geciktirmez, onlara şirin bir ev açar. Ancak Mübarek, hanımından günlerce uzak durur, sağda, solda oyalanır, bağda bahçede yatar. Sebebini soran kızcağıza “baban koca şehrin kadısı” der, “ihtimal ki parasına şüpheli bir şey karışmıştır. Hiç değilse kırk gün helal lokma yiyelim, evladımız salihlerden ola.” İşte bu büyük veli " Abdullah bin Mübarek " bu temiz izdivaçtan doğar.
Abdullah bin Mübarek hazretlerinin doğduğu Merv Şehri
Atının burnundaki toz
Abdullah bin Mübarek, Merv âlimlerinin elinde yetişir. Hocaları bakarlar ne verilirse alıyor, “buralarda zayi olma” der, onu Bağdâd’a, Basra’ya yollarlar. Genç talip Hammâd, Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Azam gibi zirvelerin dizi dibinde oturur, hallere sırlara kavuşur. Dile kolay tam 4 bin kişiden hadîs-i şerîf toplar. Yıllar sonra Merv’e gelir ama daha oturup nefeslenemeden geri döner. Niye mi? Zira heybesinden bir arkadaşının kalemi çıkar. Aylar sürecek yolu göze alır, emaneti bir an evvel sahibine verebilmek için taaa Şam’a koşar. Abdullah bin Mübarek az yer, az içer, az uyur, az konuşur. Vaktini saniye zayi etmez her anını ilme ve ibadete harcamaya bakar. Mübarek “yalnızlık çekmiyor musunuz” diyenlere güler geçer, öyle ya Server-i Kâinat ve Eshâbıyla (radıyallahü anhüm) berâber olan yalnızlık mı duyar? Eshâb-ı kirâma öylesine aşıktır ki sonra gelenleri, “Resûlullah’ın yanında gidenlerin atlarının burnuna giren toz”la bile kıyaslamaz.
Nerde cihad varsa
Abdullah bin Mübarek, Her ne kadar ticaret ile uğraşsa da, medresede müderris, câmide vâiz, harpte er olmaya bakar. Kalemi de kılıcı gibi müessirdir, cihâda dâir mükemmel eserler yazar.
Bir ara Abbâsî halifelerinin emrinde Bizans’a karşı yapılan harplere katılır. İslam ordusu Tarsus civarında ordugâh kurunca gece ateş yakıp gençleri etrafına toplar. Onlara Asr-ı saadet yıllarını, Bedr’i, Uhud’u öyle bir anlatır ki mücahidler şehadet arzusu ile yanıp tutuşmaya başlarlar.
İki ordu karşılıklı mevzi alırken Romalılar arasından zırhlara bürünmüş bir insan azmanı çıkar. “Benimle dövüşecek var mı” diyerek çalım satar. Bir genç fırlayıp kılıcını sıyırır ama bu dev karşısında tutunamaz. Ardından biri daha çıkar, lâkin o da bir şey yapamaz. Üçüncü mücahid de şehîd olunca Rumlar sevinçten kudurur, çılgınca çığlıklar atarlar. İşte tam o sırada yüzünü gözünü örtmüş biri meydana çıkar. Boylu poslu da değildir ama kafirlerin kalbine korku salar. Tek hamlede şovalyeyi de zırhını da ikiye biçer, o nasıl darbeyse atı bile çökeyazar. Karşına bir başkasını çıkarırlar onun da akıbeti farklı olmaz. Sonra bir daha, bir daha... Müslümanların neşesi yerine gelir, tekbirler yeri göğü sarar. Zaferin ayak sesleri duyulmaya başlar... Sahi kimdir bu esrarengiz muharip? Abdullah’ı bilen bilir, gönül gözü açık olanlar “hey Mübarek hey” diye mırıldanırlar...
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
-
Hakikaten çok etkileyici bir yazı teşekkür ederiz. Abdullah bin Mübarek adı gibide mübarekmiş. Büyükler der ya kişi adına çeker diye....
Ahmet
2013-07-15 12:19:43
-
Biz çok kirlendik :( ahir zamanda . bende hiç haram kırıntısı ile olmasın isterim bedenimde :(
Cemile
2013-07-16 18:39:03
-
Biz çok kirlendik :( ahir zamanda . bende hiç haram kırıntısı ile olmasın isterim bedenimde :(
Cemile
2013-07-16 18:39:06