Mevlid-i Şerif Şairi Süleyman Çelebi
Ahmet Sırrı Arvas
ahmeta@img.com.tr
Tarih:2013-07-01 / Hit:13724
Doğum olur, ölüm olur, düğün, dernek, sünnet, asker uğurlama... Hepsi birer vesile olur. Mahalle mescidinin son cemaat yerindeki kara tahtaya, hani “müslüman kardeş ayakkabını şöyle tut” ve “cep telefonunu kapa” ikazları yazılan kartonların yanındaki tahtaya tebeşirle “filan gün öğle namazını müteakip mevlid-i şerif okunacak” yazıldı mı tamam. Uzak semtlerdeki ahbaplar bile duyar, gelir yerlerini alırlar.
Hele kadınlar pek heyecanlanır, bayramlıklarını kuşanır, oyalı tülbentler takarlar. Başka zaman daracık kotlarla minicik eteklerle dolananlar bile ağırbaşlı kıyafetler (hiç değilse etek döpiyes) giyer, en azından başlarına bir şal atarlar. İşin hoşça yanı en fazla onlar hislenir, en çok onlar ağlar.
Çocuklar kayıttadır, mesela pirinç gülabdanlardan silkelene silkelene serpilen gül suyunu hafızalarına kazırlar. Sonra o şekerim külahlar... Üstte eridiği için kağıda yapışmış bir lokum, bir güllü akide, altta minik minik beyazlar. Dayanamayıp yerseniz bir tane daha verir, asla “sen aldın ya” demez, gönül kırmazlar.
Üç kuruş para için çatır çatır pazarlık yapan zamane mevlüthanları mânâdan ziyade mâkâma bakar, değil cümleleri heceleri bile yutarlar. Türkücüler gibi ellerini kulaklarına atar, kafalarını sallaya sallaya haykırırlar. Avuç içi kadar mescidde mikrofona abanır, onu da ağızlarına yakın tutar, hatta gırtlaklarına sokarlar. Zaten köşedeki elektrikçinin bağışladığı tesisat uyduruktur, sesler çatlayıp patlar, sükut anlarında “cızzzouiiing” diye tüyleri diken diken eden bir sinyal çınlar. Her taraf kablo, her sütuna bir kolon, kubbede katlanan yankılar kulak zarlarını çökerte yazar. Mevlid-i şerif “münâcaat, velâdet, risâlet, mîrâc, rıhlet ve duâ olmak üzere” altı kısımdır ama “aklında ne kaldı” diye sorulsa (değil çocuklardan, büyüklerden bile) üç cümle çıkmaz. Halbuki nağme yapmadan okusalar da birkaç satır istifademiz olsa...
Di mi ama...
Bursa eşrafından
Efendim bu destanlaşan şiirin yazarı Süleyman Çelebi Bursa eşrafındandır. Zikrolunan aileden şeyhler, vezirler, mollalar çıkar. Mesela dedesi Mahmûd Bey Rumeliye sal salan, suya seccade yayan Şehzade Süleymân’ın silah arkadaşıdır, unutulmaz şehidin adını torununa koyar. O devir Bursa’sı ciddi bir ilim merkezidir, çelebimiz, en gözde mekteplere gider, en ünlü alimlerin önünde diz kırar. Gün gelir Dîvân-ı hümâyûn’da Yıldırım Bâyezîd’e imâm olur, derken Ulucami de vazifeye başlar. Aslında şiirle filan uğraşmaz, ancaaak...
Ancak, yaşı 60’a dayandığı günlerde (H.812) kürsüye çıkan İranlı bir vâiz, Bekara sûresinin 285’inci âyet-i kerîmesini “Hazret-i Muhammed, Hazret-i İsâ’dan üstün olamaz, aralarında ne fark var?” diye açıklayınca cemâat arasından biri fırlar “Be hey câhil” der, “elbette bizim peygamberimiz diğerlerinin fevkindedir. Bu ayeti kerimeyi ‘nübüvvet ve risâlet yönünden fark yok’ şeklinde açıklamalıydın ki biz dahi hepsine ve getirdiklerine inanır, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ederiz. Ancak bundan, fazîletleri aynıdır anlamı çıkmaz. Nitekim Bekara sûre-i celilesinde meâlen; ‘... peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen hususiyetlerle diğerlerinden üstün kıldık’ buyruluyor ki şüpheye mahal kalmaz.
Süleymân Çelebi’nin de söyleyeceği şeyler vardır ama Acem tevbe eder, konu kapanır. Kapanır ama içinde bir sızıdır kalır, zihnine deliller yağar, diline mısralar dolanır.
“Ölmeyüb İsâ göğe bulduğu yol,
Ümmetinden olmak için idi ol.”
“Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
Oldu O’nun izzetine ejderhâ.
Çok temennî kıldılar Hak’dan bunlar,
Kim Muhammed ümmetinden olalar.
Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur.
Gönlü Habibullah aşkı ile yanmayan biri şu edeb ve muhabbet kokan satırları yazabilir mi?
“Bir acib nur kim güneş pervanesi” Güneşin pervane olduğu bir nur...
İşte size sehl-i mümteni...
600 yaşında...
Süleymân Çelebi söze Allahü teâlânın ism-i şerîfi ile başlar. Server-i âlemin temiz, pak ceddinden ve alınlarında parlayan nûrdan söz açar. Kutlu doğuma geniş yer ayırır ve annesinin o an neler duyup, neler gördüğünü yazar. Bütün mahlukatın, hatta zerrelerin neşesini dillendirmeye bakar. Yanık şiir hem içli, hem öğreticidir. Sadedir, samimidir ama sırf coşkudan da ibâret değildir. Kolay gibi görünse de yazması çetindir. Nitekim zaman zaman nazireler yapılsa da hiçbiri onun yerini tutamaz.
Mevlid-i şerif, Arapça, Farsça, Rusça, Boşnakça Urduca, İngilizce, Çerkezce’ye çevrilir ve kıtalar ötesinde yankılanmaya başlar. Dinlenme oranına bakarsanız Süleyman Çelebi tek şiiriyle Puşkin, Goethe, Rimbaud ve Lord Byron’un (haydi Fuzuli, Baki, Nedim’i de ekleyin) şiirlerinin toplamına fark atar. Bu arada hatırlatalım yolu Bursa’ya düşenler, Çelebimizi unutmasınlar. Çekirge’deki şirin kabrine uğrasın, bir fatiha okusunlar.
Bugün bayram ya... Önsözden satırlar
Muhammed aleyhisselâmı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve azîzi yapan, makâm-ı Mahmûd ile şefâat hakkı veren, bütün Peygamberlerden üstün kılan, ismini O’nun ismiyle yanyana yazan, hasedci şeytanın burnunu sürten Allahü teâlâya hamd-ü-senâlar olsun. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın indinde çok makbûldür, melekleri O’na yardımcıdırlar. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O’nunla konuştular. O’nu sevenler dünyâda ve âhirette kurtulurlar. O’na düşman olanlar kovulup, Cehennem’e atılırlar.
Ahmet Sırrı Arvas
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
-
Hep muhabbetle dinlerdik. Yazılış nedenini ilk kez duydum. Mevlidi şimdi daha bilinçli dinleyeceğim.
Sümeyye İzmirli
2013-07-02 11:58:57