O Gitti Devlet Bitti
İrfan Özfatura
irfan.ozfatura@tg.com.tr
Tarih:2015-06-22 / Hit:23702
Biri Yahudi, biri Ermeni, 4 mebus patırtıyla girerler Abdülhamid Hanın odasına... Sözü Arnavut alır. Esat Toptani Paşa... Küstah ve nezaketsiz bir tavırla “Seni” der, “seni millet azletti, haberin ola!”
Millet mi? Millet Abdülhamid Hana bayılır halbuki, sınırlarımız dışında da bir destandır o. Hindistan’da, Orta Asya’da, Cenubi Afrika’da, Java’da, Sumatra’da...
Hem azl nasıl kelimedir öyle? Bu terim sadece kovulan memurlar için kullanır Osmanlı’da. Ulu Hakan Tiranlı Esat’ın niye öfkeli olduğunu bilir, Draç Beyi olan kardeşi bazı karanlık işlere karışmış, tutuklanıp İstanbul’a yollanmıştır zamanında. Buna rağmen mapushaneden kurtarıp, saraya aldırmıştır ama yaranamaz.
Esat Toptani ile de bir şekilde anlaşabilir ama aralarına niye gayrimüslim alırlar? Emmanuel Karasso’nun, Aram Efendinin ne işi vardır burada? Üniformalı olan ikinci şahıs (Gürcü Arif Hikmet Paşa) fetva suretini okumaya başlar: ‘İmam-Müslimin olan Zeyd bazı mesail-i mühimme-i şer’iyyeyi Kütüb-i şeriyyeden tayy ü ihraç ve kütüb-i mezkûreyi men ü hark ü ihrak itse...’
‘Kütüb-i şerr’iyeyi hark ü ihrak... Yani şerî kitapları yırtıp yakmak!
Maazallah... Kimi ne ile suçluyorsun, bahaneye bak! Kitapları bastıran devlettir zaten, evet zaman zaman hatalı baskılar olur ve bunları yakarlar. Ama hürmetle, külünü bile ortada koymaz, öper başlarına koyarlar. Abdülhamid han kederli kederli “Hasbinallah...” çeker, o kadar.
MİNAREYİ ÇALAN KILIFINI...
Zaten uyduruk fetva alakalı makamdan çıkmaz, fetvâ emîni Haci Nûrî Efendi, Pâdişâh’ın hal’i için bir sebep olmadığını beyân edince Talat Paşa panikler Meclis çatısı altındaki ulemâya baskıya başlar. Nitekim Elmalılı Hamdi Efendi’nin ağzından zikrolunan cümleleri kapar.
Sultan bu oldu bittiye şaşmaz. Beklemektedir anlaşılan.
İstese tedbirini alabilir pekala... Azıcık evveline gidersek Hassa birlikleri ile Hareket Ordusu denilen başıbozuk güruhu (ki içinde Türk’ten ziyade Rum Yahudi Sırp Bulgar vardır) rahatlıkla dağıtabilir. Olmadı muvakkaten saklanabilir, sükunet sağlanınca ortaya çıkar.
Lakin Abdülhamid Han kan dökülmesin diye kılı kırk yarar, saltanatım yüzünden biri incinecek diye ödü kopar.
Kaldı ki cebinde kabzasını sıkı sıkıya tuttuğu tabancasını çıkarıp bu dört densizin topuklarına sıksa ve “kapattım gitti, bundan böyle meclis filan yok” dese ne yapabilirler acaba?
Ama efendim ihtilalci bunlar, tahkir ederler, alaya alırlar, sürgüne yollarlar...
Abdülhamid Hanın umurunda bile değildir, canına kast edilse ne yazar? Amcası Abdülaziz Hana kıyan, biraderini tutup kenara koyan bu kadroya hiç güvenmemiştir zaten, bir de utanmadan evhamlı diyorlar.
Heyet o kadar kabadır ki Sultanın oğlu Abdürrahim Efendi’nin (pek küçüktür daha) dudakları bükülür, içli içli ağlamaya başlar. Kara haber tez duyulurmuş, saray hanımları dizlerini dövmeye başlarlar, feryatlar figanlar...
Ve geceyarısı tebliğ gelir: “Selanik’e gönderileceksiniz! Derhal!” İstanbul nere, Selanik nire? Halbuki kızları sözlüdür, oğlanların mektebi var. Abdülhamid Han başkâtibe “koltukta gözüm yok” der, “size teminat verebilirim. İstanbul’dan ayrılmasak nasıl olur acaba?” Muhatabı lâubalileşmiştir, lütfedip cevap bile vermez sultana. Selanik yuvaları... İttihatçıların ve Yahudilerin en güçlü oldukları yer orasıdır zira...
“Peki” demekten başka ne yapabilir ki? Eşya alacak kadar bile fırsat tanınmaz üzerindekilerle yola çıkarırlar. Arabalar gecenin serininde kapıya dayanır, yollar bomboştur, yer yer askerler dolanmaktadırlar...
Sirkeci Garı... İstim tutmuş bir lokomotif. Önlerindeki ve arkalarındaki vagonda silahlı muhafızlar... Suçlu nakli için gözetilen kurallar!
Düdükler, buharlar, telaşlı koşturmacalar ve nitekim katarlar kıpırdar. Şimendifer nefes nefese Selanik’e koşar... Tamyol ve hiç durmadan! Abdülhamid han buruktur bu yolu kendisi yaptırmıştır bir zamanlar... Hani yerine geçenlerin ehil olduklarına inanabilse gam yemez ama korkulur ki bu maceracılar devletin başına gaile açarlar.
ALLATİNİ PALAS
Selanikte onları İtalyan uyruklu bir un tüccarının (Yahudi Giorgio Allatini’ye) evine kapatırlar. Bizimkiler Alâtini köşkü derler ona. Yıllar var ki metruktur, doğramalar per perişan. Köşke gece karanlığında girerler, yatsı ezanları okunmaktadır o an... Hava serincedir, bina belki de boş olduğundan üşütücüdür, hanedan birbirine sokulma ihtiyacı duyar. Isıtma ve aydınlatma sistemi mevcut ise de çalıştırılmaz. Parmak kadar bir mum verirler, o da sadece sultanın odasına...
Önlerine karavanadan kalma kurumuş pilav koyarlar. Biraz da yoğurt, lokma ıslatacak kadar. Çatal, kaşık yoktur, bardak yoktur... El yıkamak bile kabil değildir çünkü sular akmaz. Çocuklar açtır, elleriyle yer, yatarlar. Ulu hakanı örümcekli bir odaya tıkar, üzerine kilit vururlar. Garibim yol yorgunudur, uzanma ihtiyacı duyar. Gözüne bir köşeye atılmış ot minder ilişir, ancak elini vurunca bulut bulut toz kalkar. Kafanı koy ve astım ol, ömür boyu tıkan. Sultan kumaşları yırtılmış, yayları çıkmış iki koltuk eskisini ağız ağza bitiştirir, aralarına kıvrılıp uyumaya çabalar. Çarşaf battaniye arama, iyi ki kaput vardır omuzlarında...
Pencereler çakılıdır, pancurlar kapalı. Saat kaç, sabah mı akşam mı anlaşılmaz.
Aylar sonra merhamete gelirler de çocukların güneş görebilmesi için pancurların aralanmasına müsaade buyururlar.
PADİŞAH ÜZERİNDE TALİM
Yazın kavurucu sıcaklarında bir iki defa balkon izni çıkar ama dakikalarla sınırlandırılarak...
Müfrezenin başında Fethi Okyar vardır. Aile terbiyesi almış bir insandır, sultana kibar davranır, ancak subaylar içinde patavatsızlar ekseriyettedir hâlâ... O gün Ulu Hakan balkon iznini kullanmaktadır ki bir silah patlar, başının üzerindeki sıva dağılır, kumlar üstüne sıçrar, mermi düşer aşağıya.
Bakar kovboy edalı bir subay, namluya üfürüp sırıtmakta... Tehdidkâr tavırlar, kin dolu bakışlar... Sultan sakindir, merakla sorar “Bunu neden yaptın?” Mütecaviz cevap bile vermez, taflanların ardına sinip kaçar.
Bu adı sanı belli bir topçu yüzbaşısıdır. Onu herkes tanır. Abdülhamid Han bahçıvana seslenir. “Şu mermiyi getirsene bana” Adamcağızın beti benzi atar, affını diler, ağlamaya başlar. Demek ki bir bildiği var.
Sultan hadiseyi kolağası Rasim’e anlatır, Rasim Bey çakıllar arasında mermiyi bulur cebine koyar. Ne sorgu ne sual? Şimdi buna delil karartmak diyorlar. Abdülhamid Hanın nasıl soğukkanlı olduğunu dost düşman bilir. Yıldız suikastinde paniklemeyen tek isim odur belki. Kollar bacaklar göğe yükselirken zerre kadar telaş yapmaz. Ölümü düğün gören biri için kurşun ne ki? Bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka...
SABIR TAŞI OLSA...
Abdülhamid Han sürgünden de tat almasını bilir, çocuklarına dolu dolu vakit ayırabilir. Kızcağızlarıyla dertleşir, oğlancıkların saçlarını okşar.
Ah birkaç el aleti olsa da tahtalarla uğraşsa... Ne bileyim sehpa dolap yapsa, sedef kaksa... Bu fevkalade bir meşgaledir, dertlerini unutturur insana. Yeri gelmişken söyleyelim, o kıratta bir marangoz yeryüzünde bulunmaz, sedefkarlık hususunda belki Vasıf Usta yarışabilir onunla.
Abdülhamid Han okumaya meraklıdır, ancak kitap gazete kesinlikle yasaktır burada. Bahçıvandan musahibinden duyduğu yarım yamalak haberleri yorumlar, memlekette neler olup bittiğini çözmeye çabalar.
Sızan haberlere bakılırsa Yıldız Sarayı yağmalanmıştır. Bırakın perde avize gibi para eden şeyleri, kitaplar ve şehir fotoğrafları (ki muazzam bir arşivdir o) kapanın elinde kalmıştır. Cahil ihtilalciler fotoğrafı netsin? Yırtıp kırpıp Beşiktaş sokaklarına atar, kitapları yakarlar. Halbuki ne emekler ne paralar verilmiştir onlara. Hadi gel de sıkılma.
Abdülhamid Han şehzadelik yıllarında ticaretle uğraşmış ve hatırı sayılır bir para kazanmıştır. Servetini daha ziyade Filistin ve Musul’daki arazilerin alımına harcar. Eh tapular elinde olduğuna göre ne Yahudiler Filistin’e sulanabilir, ne de Britanyalılar petrol kaynaklarına musallat olurlar.
İttihatçılar şuurlu olarak sultanın mülkünü devletleştirir, Filistin’i göstere göstere Yahudilere satar, Musul’u İngiliz’in önüne koyarlar. Ulu Hakanın elinde birkaç parça mücevher kalmıştır. İsviçre ve Alman Bankalarında bir miktar nakti vardır. İttihatçılar, bunlara da göz koyar.
YA PARANI, YA CANINI
Bir sabah Muhafız Kumandanı Fethi Bey gelir, hürmetkar tavırlarla bir ihtiyacı olup olmadığını sorar. Sonra sıkılarak girer mevzuya:
- Efendim ordu, himmetinize muhtaç.
Abdülhamid Han sorar “Burada elim kolum bağlı ordu için ne yapabilirim ki?”
-Bankalardaki nukût ve tahvilatınızı bağışlamanız isteniyor.
Bu paraları çocuklarının çeyizi ve tahsili için ayırmıştır halbuki. Kaldı ki hisse senedlerinin bir kıymeti yoktur, Hicaz Demiryollarını ve Şirketi Hayriyyeyi desteklenmek için alınmıştır zamanında. Teberrudur bir manada...
Hem değerinden satılabilse bile bir bölük donatmaz. Maksat o değil zaten, ayaza çıkarmak, intikam almak!
Hani çalıp çarpmayacaklarını bilse saniye durmaz. Gene de hayır demez, kestirip atmaz. “Bunlar evlad ve ayalimindir, onlara sormasam olmaz.” Ailesinin verme diyeceğini sanır ama aksine “ver baba” derler, “vaziyet vahimleşmeden ver! Şimdi bunlar parayı bahane ederler, zulümleri artar!”
Doğru mu doğru, zabitler söz arasında limandaki zırhlıdan bahsederler, yok köşke yanlışlıkla bir mermi düşseymiş de filan! Çocukların kimyası bozulur, beş yaşındaki Abid Efendinin subay görünce dudakları uçuklar. Abdürrahim Efendi ise sinir nöbetleri geçire geçire sarılık olur, kızların durduk yerde burunları kanar. Refikası zaten çoktan düşmüştür yatağa...
Nitekim Mahmut Şevket Paşa’dan bir şifre gelir ki zehir zemberek. Hakaretin bini, bir para.
ACABALI SORULAR
Abdülhamid Han, “milletin evladı da evladım sayılır” der ve servetini orduya bağışlar.
Fethi Bey imzalanan vekaletnameyi cebine koyar. Sonra birden ayaklarına kapanıp ağlamaya başlar “Hakanım benim bu tıynette bir insan olmadığıma inanınız” der “ama...”
Omuzlarından tutup kaldırır, şefkatle sırtını sıvazlar. Kimin ne tıynette olduğunu o da bilir pekala.
Doyçe Bank memurları işlerine titizdir, vekaletnameyi kusurlu bulurlar. Yanlarına konsolosu da alıp gelir, odayı boşalttırırlar. Sultana bu bağışı hür iradesi ile yapıp yapmadığını sorarlar. Müspet cevap verince para dolu çantaları masaya bırakırlar. Subaylar bunları yangından mal kaçırırcasına kucaklar. Peki bu meblağ askere harcanır mı?
O günlerde ortalık toz dumandır... Harcamadılarsa vebali boyunlarına.
Hürriyet! Adalet! Müsavatmış! Laf! Duy da inanma!
Yalnız şu var ki Abdülhamid Han imzayı atarken aldığı sözle nişanlı kızlarının mahpus hayatından kurtulmalarını sağlar. O hengamede nikahlarını kıydırır ve yuvalarına uğurlar.
Evet, şimdilik bu kadar.
Bu hamur çok su kaldırır daha...