Cengiz Han Kimdir?
İrfan Özfatura
irfan.ozfatura@tg.com.tr
Tarih:2016-01-20 / Hit:14693
Yıl 1160'lar filan... Yer: Moğolistan! O günlerde Asya'nın doğusunda devlet düzen yoktur. İnsanlar hasımlarıyla boğuşmak ve acımasız olmak zorundadırlar. Onon ırmağının kenarına ilişen Dülün Boldak'da da güçlüler ferman okutur mesela Yegüsey Bahadır'a dokunan yanar. Yegüsey'in çatık kaşlı bir oğlu (Temuçin ya da Timuçin) vardır ki ne kadar haylaz varsa peşine takar, bıkmadan usanmadan savaşçılık oynar.
Temuçin'i bacak kadarken (9 yaşında) nişanlar, kabilenin güzel kızı Borte şerefine toy yaparlar. Asabi tıfıl ilk defa mutluluktan uçar, yüreğinde cılız da olsa bir ışık yanar. Ancak o günlerde Kitaylar çağırdıkları şölende Yegüsey'i zehirler ve onu çocuklarının gözü önünde paralarlar. Sonra çaput gibi sürükler itlerin önüne atarlar. Acıların çocuğu... Yegüsey'in hanımını ve çocuklarını "kurda kuşa yem olsun" diye götürüp dağ başına bırakırlar. Ulun Hatun içlerinde Temuçin'in de bulunduğu 5 çocukla zorlu bir mücadeleye başlar. Temuçin daldan taştan imal ettiği basit silahlarla kuş, balık, geyik avlamaya çalışsa da çoğu kez karınlarını otla yaprakla böcekle doyururlar. Bünyeleri dondurucu soğuğa da ve yakıcı güneşe de alışır derileri kalınlaşır. Yıllarca Tarzan gibi dolana dolana güçlenirler ama lugatlerinden merhamet kelimesini çıkarırlar. Hepsi yırtıcı, acımasız ve yabani olurlar. Öyle ki ortak avı arakladı diye kardeşlerini öldürecek kadar... Acıların çocuğu belki kopuz tıngırdatıp ağıt yaksa bozkırda prim yapar ama o yanık sesli "Küçük Temuçin" değil, gür naralı "Büyük Kağan" olmaya bakar.
Nitekim yıllar sonra gelir obasına konar ve en psikopat edaları takınıp "bela arayan bana bulaşsın" diye çağrı yapar. Evet ona kimse bulaşmaz ama kucaklayan da çıkmaz. Temuçin kaldığı yerden başlar, Borte'yle evlenip yuvasını kurar. Kurar ama çadırını basar karısını kaçırırlar. Anladıkları dilden Temuçin, dağ başında bile bu kadar zorlanmamıştır, artık kendine tutunacak bir dal, sığınacak bir kapı arar. Gider Kerait'lerin lideri Han Tuğrul'a çıkar. Tuğrul onu dostça karşılar ve askerinin başına geçirerek büyük bir hata yapar. Temuçin, Tatarları, Merkitleri, Tunguzları, Naymanları ve Moğolları yenerek Kerait ülkesini kurtarır ama Kerait ülkesi ondan kurtulamaz. Aldığı hızla kendinden güçlü rakiplere sataşır ve ilk mağlubiyetini tadar. Aslında Cengiz efsanesi o gün doğar. Bu muharebeden sonra başıboş kalan askerleri kendi etrafına toplar ve düşmanlarını bir bir ezerek intikam almaya başlar.
Moğol İmparatorluğu Siyasi Sınırları
Temuçin yaklaşık 20 yıl kan döker, oba basar, çadır yakar. Nitekim ilk kurultayda Moğol ve Tatar hanları ona "Kağan" unvanını bağışlarlar (1202). Bir sonraki Kurultay'da Kököçü ona "Cengiz Han" adını lütfeder ki Cengiz: "Gökten İnen Bahadır, Başbuğlar Başbuğu" gibi manalar taşımaktadır. Kököçü, üç dişi kalmış titrek bir şamandır. Bu bunak güpe gündüz yıldızlara bakar ve hayali güçlerden haber sorar. Söyledikleri birbirini tutmaz ama Cengiz onun bir dediğini iki yapmaz. Manga, tabur, tümen Cengiz adamlarıyla aynı sofraya oturur, ayı postunda yatar. Gençlere "düşmanları öldürüp, karılarını ağlatma zevki" aşılar. Doğrusu onun uğruları bu zevki (nasıl zevkse) dolu dolu tadar, mazlum yalvartmaktan tarifsiz haz alırlar.
Cengiz'in ordusunda her asker bir mangaya, manga takıma, takım tabura, tabur tugaya, tugay tümene bağlanır. Doğrusu derinlemesine strateji bilmez, haritadan anlamazlar. Çok bilinen bir taktiği uygular, önce saldırır, sonra sahte ricatla kurt kapanı açar, ansızın geriye döner, hilal şeklinde kapanırlar. Her asker silahını ve teçhizatını kendi hazırlar, ordu kırık dökük işlerle uğraşmaz. Disiplinden taviz vermez, hata yapan kadar göz yumanı da cezalandırırlar. Askerlik sıradan bir iştir ve hiçbir kadın oğlu, kocası askerde diye vergiden muaf tutulmaz. Savaşçıya ölmeyecek kadar yemek verir, aç bi ilaç dolandırırlar. Zira Temuçin'e göre "tok köpek av yapamaz!" Ganimeti, şefler ve erler arasında taksim eder, "Han payı"nı kenara ayırırlar. Pekin'e doğru Hasılı Cengiz, Altay, Sibirya ve Moğolistan'da beşyüz yıldır dağınık yaşayan kabileleri emri altında toplar. Ancak kuru sahrada bey olsan ne yazar? Şimdi zengin ve mamur bir ülkeye (meselâ Çin'e) saldırmalı, malı kaldırmalıdırlar. Temuçin tarih okumasa da bozkıra hakim olanın Çin'i dağıtacağını bilir, aynen Hunlar ve Göktürkler gibi güneye dalar. Çinliler'in muntazam orduları Moğol çapulcularının önünde duramaz. Cengiz adeta Çin'i soyar, soğana çevirir, artık mal ve kadın kaldırmaktan bıkar, adam gırtlaklamaktan yorulurlar. (Demek o katliamlar da olmasa Çin'in nüfusu 3 milyarı bulacaktı.) Dönüp gelir otağı Karakurum'a kurarlar. Henüz soluklanmışlardır ki...
Cengiz ve dört köpeği, Harezm şehirlerini peş peşe düşürünce halkta görülmemiş bir panik başlar. Caminin yolunu unutanlar Allah dostlarını hatırlar, Necmeddin-i Kübra hazretlerine koşup "duâ buyursanız da, bu belâ uzaklaşsa" diye yalvarırlar. Büyük veli "bu, Kazâ-i mübremdir. Duâ bunu gideremez" buyurur ve "ne yapalım" diye akıl soranları Horasan'a yollarlar. Gelgelelim kendisi yurdundan ayrılmaz, delikanlı gibi cihâda çıkar ve şehîd olurlar. Vefat ettiği halde pençesini geçirdiği Moğol'u elinden alamazlar. Harezm şehirlerinin akıbeti üç aşağı beş yukarı birbirinin aynı olur, dilerseniz biz birini (meselâ Buhara'yı) ele alalım mevzuyu dağıtmayalım. Buhara'ya veda...
Moğollar terör estirmekte ustadırlar, devletlülere yolladıkları hediye sepetlerinden kesik kafalar çıkar. Halk katliamla yatar, katliamla kalkar, yüzlerinden gam kasavet akar. Cengiz'in esen yelden haber aldığını sanır, bırakın direnmeyi, fısıldamaktan korkar olurlar. Cihad yanlıları silahlarını kuşanıp kavgaya hazırlanırlarken, mal ve makam sahipleri uzlaşmaktan yana tavır koyarlar. Neyse, beklendiği gibi Cengiz Buhara'ya yaklaşır. Şehre birkaç fersah uzaktaki Zarnuk beldesinde onu deflerle zillerle karşılarlar. "Sarı fitne" memnun görünür ve Zarnuk'a "Kutluğbalığ" gibi bir ad bağışlar. Zarnuklular kendilerini koyvereceklerini ve "haydi gidin işinize bakın" diyeceklerini sanırlar. Ama Cengiz "madem bizi bu kadar seviyorsunuz, uğrumuza ölmelisiniz" der, onları kalkan yapar. Zarnuklular dindaşlarının attığı oklara hedef olurlar. Tehlike yaklaştıkça Buhara'daki münakaşalar alevlenir. Uzlaşmacılar mücahidleri hırpalar "gidinin çulsuzları! Sizin kaybedecek bir şeyiniz yok tabii. Başımıza dert açacaksınız!" diye yırtınırlar. Teslimiyetçilerle, teslimetmeyelimciler birbirleriyle boğuşurlarken Moğollar görünür, kum gibi kaynayan askerler ufku sarar. Şehirde belki 50 bin süvari vardır. Bunlar halka bir şey söylemeden hazırlanır ve o gece ani bir çıkış yaparlar. Cihad yanlıları bunların Moğol ordusunu basacağını sanır ve heyecana kapılırlar.
Başlarında Hamid Pur, İhtiyareddin Güçlü ve Sevinç Han gibi tecrübeli komutanlar olduğuna göre Cengiz'in çekeceği vardır. Fakat, Süvariler aksi yöne döner ve Horasan'a doğru kaçmaya başlarlar. Ancak yata yata yağ bağlayan hayvanlar tez tıkanır, henüz Ceyhun'a varamadan Moğollara yakalanırlar. Öyle bir kıtal olur ki (Cüveyni'nin ifadesiyle) güneş doğduğunda sahra "kanla dolu leğeni" andırır. Sözünde durur(!) Süvariler kırılınca eşraf hepten panikler, aralarında toplanır, "anlaşma yapmakta" karar kılarlar. Cihad yanlıları iç kaleye çekilirken, Bedrüddin Kadı'yı Cengiz'e yollarlar. Kanlı kağan "sözüm söz" der, "size asla kılıç çekilmeyecek!" Hatta katibine eman yazdırır, bizzat eliyle mühür basar. Buharalılar kapıları açar beklemeye başlarlar. Moğollar önce sakince, sonra çığlık çığlığa şehre dalar, yağma ve kıyıma başlarlar. İbn-ül esirin anlattığına göre Cengiz Ulucami'ye atıyla girer muhteşem mabedi sultanın sarayı sanar.
Yazılı kağıt görmeye dayanamayan yabaniler, nefis cildli, ince tezhibli, altın yaldızlı kitapları yırta yırta ilerler ve Kuran-ı kerimlere ulaşırlar. Mushaf-ı şerifler parçalanırken halkın yüzünün aldığı şekil Cengiz'in gözünden kaçmaz. Aşağılık katil en yapılmayacak şeyi yapar, şarap kasesini eline alır ve genç kızları Kur'an-ı kerim yaprakları üstünde oynamaya zorlar. Cemaat ilk kez gayrete gelir "lütfen! O Allahın kitabı" diye mırıldanırlar. Cengiz iğrenç bir kahkaha attıktan sonra sorar: "Peki bu kitapta düşmanınızla uzlaşın yazıyor mu?" -Aksine "savaşın" yazıyor. -Peki niye kitabınıza uymadınız? Cümleler ağızlarında donar, ortalığı yapış yapış bir sükut sarar. Cengiz "Kendi kitabına uymayan bir taife bana uyar mı?" diye haykırır, "Siz yarın beni de yolda koyarsınız!" Halkı derler toparlar namazgâh sahrasına çıkarırlar. Kadınları, kızları, paylaşır, ufacık çocukların bile ırzına geçip gırtlaklarlar. İşe yarar erkekleri Semerkand muhasarasında kullanmak üzere ayırır, yaşlılara "mezarınızı kazın" diye bağırırlar.
Eşraftan bazıları öne çıkar, imzalı mühürlü emanı uzatır ve "kılıç çekilmeyecek" sözünü hatırlatırlar. Cengiz "sözümüz söz" der, "biz kimseye kılıç çekmeyeceğiz. Ama bu, sizi diri diri gömdürmeyeceğim mânâsına gelmiyor ki..." Ecel geldi cihane... Peki iç kaleye sığınan 400 mücahid? Onlar Gök-Han komutasında ölümüne dövüşür, Moğalları çok uğraştırırlar. Sokak çatışmaları günlerce sürer. Neticede beklenen olur, şehadet şerbetini yudumlarlar. Hasılı Allah rızası için cihada çıkanlar şehid olurlar.
Uzlaşmacılar, dünyalık hesabı yapanlar, kafirlere kavuk sallayanlar şerefsizce ölür pişman olurlar. Bu dünya Cengiz'e de kalmaz, İslam ülkelerini kan gölüne çevirdikten sonra tekrar Çin'e yönelir ve bu seferde ölür. Bin işçi ona muhteşem bir mezar yapar, ancak binini de öldürür mezarın yerini sır gibi saklarlar. Bakın şu işe ki Türkler dedelerinin katilini tez unuturlar. Hatta "sarı fitne"yi "Cengiznameler" yazarak destanlaştırır, çocuklarına Cengiz ve Timuçin gibi isimler koyarlar.