Unutulan Büyük Türk Hükümdarı Babürşah ve Panipat Savaşı
Tarih:2024-02-18 / Hit:2396
Tarihte, Türkler tarafından Türkistan’da Selçuklu, Timurlu; Anadolu’da Osmanlı Devletleri gibi, Hindistan’da da muhteşem “Babürlü” veya “Gürganiye” Devleti kuruldu. Üzülerek ifade edelim ki, gençliğimize Türk tarihi ve Türk - İslam Medeniyeti gereği şekilde öğretilmiyor. Bizler tahsil hayatımızda; Yunan ve Roma tarihlerini okuduk. Milattan önce yaşamış olan Ostrogotlar, Lidyalılar, Frigyalılar, Medler, Persler, Sümerler, Etiler ve Babilleri iyi öğrendik. Babil kralı Hamurabi’yi ve kanunlarını ezberledik. Fakat büyük Türk Hakanı Babür Şah’ın adını, kurduğu Babürlü Türk Devleti’ni ve muhteşem eseri “Babürnâme”nin ismini hiç duymadık.
Bu sebeple Babür Şah ve devletinden bir nebze bahsedelim.
Babür Şah 14 Şubat 1483’te Türkistan’ın Fergana şehrinde doğdu. Babası Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza’dır. Asıl adı Zahirüddin Muhammed Babür’dür. Bu ismi babasının mürşidi Semerkand’ın büyük alim ve Evliyası Hâce Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri koydu ve kendisine dua etti. Timur Han’ın beşinci kuşaktan torunudur. Babasının ölümü üzerine 1493’te Padişah oldu.
Babür Şah, başlangıçta Semerkand’daki mağlubiyetlerden dolayı bir ümitsizliğe düştüğü sırada gördüğü bir rüyasını hatıralarında şöyle anlatıyor: “ Bahçede akar sudan abdest aldım. Ölümü kabul edecek kadar ümitsizdim. İki rekat namaz kıldım. Allah’a yalvarırken uykuya dalmışım. Rüyamda Hoca Ubeydullah-ı Ahrar Hazretleri’nin ak ve kara nişanlı at üzerinde bana doğru geldiğini gördüm. ‘ endişe etme, padişahlık tahtını biz sana bahşettik. Onu artık hiçbir düşman senden alamaz, şimdi başını kaldır ve uyan’ buyurdular. Sevinçle uyandım. Kapım önünde beylerimi gördüm. Yere doğru eğilip beni selamladılar. Hepsinin kaçtığını sanıyordum. Sevindim. Düşmana galip geleceğime yeniden inandım. Atlara binip Andican yönünde doğru dört nala gittik.” Babür Şah bu rüyadan sonra yönünü zaferler kazanacağı Kâbil ve Hindistan’a doğru çevirdi.
Büyük Zaferler Kazandı
Panipat Savaşı: 1504’te Kabil’i fethedip, kendisine başşehir yaptı. 1519’da Hayber’i geçerek Hindistan’a girdi. 22 Nisan 1526 günü Panipat Meydan Muharebesi’nde yüz bin asker ve bin zırhlı filden oluşan Ludi ordusunu, sadece 13.500 kişilik çok seçkin Türkistan askerleri ile 7saatte imha etti. Bu savaşta Babür Şah’ın hizmetine girmiş olan Osmanlı subayı Mustafa Rumî’nin topçu taburunun da zaferin kazanılmasında büyük rolü oldu. Babür Şah 10 Mayıs 1526 günü muhteşem bir askeri törenle Agra Sarayı’na ayak bastı. Agra’yı başkent yaptı. 28 Nisan’da camilerde hutbe kendi adına okunmaya başlandı.
1526 senesi Türk tarihinin en parlak sayfasıdır. Babür Şah tarihin en büyük meydan muharebelerinden birisini kazandığı gibi, bu fetihten sadece dört ay sonra Kanuni Sultan Süleyman’da Mohaç Zaferi’ni kazandı. Prof. Dr. Enver Konukçu diyor ki; “bizdeki Malazgirt Meydan Savaşı neyse, Hindistan’da da Panipat aynıdır. Malazgirt Anadolu’nun kapısını Türklere açtığı gibi Panipat Zaferi’de Hindistan kapılarını Türklere ardına kadar açmıştır.”
Kanva Savaşı: 1527’de Biyane’de Hindular aralarında birleşerek iki yüz bin kişilik asker ve bine yakın savaş fili ile büyük bir ordu kurdular. Babür şah savaş öncesinde Biyane Emirine şu mesajı gönderdi: “Ey Biyane Emiri, Türkler ile kavgaya girme; Türklerin çevikliği ve kahramanlığı malumdur. Eğer çabuk gelmez ve öğüt dinlemezsen malum olan beyana ne lüzum vardır?” İki ordu Kanva’da karşılaştı. Sabah ın erken saatlerinde vuruşma başladı ve düşman birkaç saat içinde yok edildi. Bu zaferden sonra Babür Şah “Gazi” unvanını aldı. Babür Şah bunun üzerinde şu Rubai’yi yazdı:
“İslam uğrunda çölde avare oldum, kafirlerle hep çarpıştım; kendimi şehid etmeye azmetmiştim; Allah’a şükür ki, gazi oldum.”
Babür Şah bu Zaferden sonra bütün İslam ülkelerine fetihnameler gönderdi. Fetihnamelerde şöyle deniliyordu: “Yüce Allah fazlı ve keremiyle, bu kadar zor bir işi kolaylaştırdı. Kalabalık olan bir orduyu yarım günde yerle bir etti. Bu devleti (yani Hindistan’ı) kendi güç ve kuvvetimizden değil sırf Allah’ın lütuf ve şefkatinden ve bu saadeti de, kendi gayret ve himmetlerimizden değil Allah’ın kerem ve inayetinden biliyoruz...”
Yılmaz Öztuna diyor ki: “Tarihin gördüğü en muhteşem devletlerden birinin kurucusu olan Babür Şah, 2.700 yıllık Türk tarihinin en seçkin şahsiyetlerinden biridir. Türk milletinin her alanda yetiştirdiği birkaç yüz dâhinin arasında en büyük 20’si seçilse, Babür rahatça bunların aralarına girer. Askerlikteki dehası yanında sanattaki, kabiliyetlerinin çeşitliliği, uzun olmayan bir ömre sığdırabileceği şeyler, pek çok tarihçinin hayranlığının kazanmıştır.
Babür Şah; mutasavvıf, edebiyatçı, şair, mimar, bahçe mimarı, nakkaş, hattat, zoolog ve botanikçidir. Din, ilim ve sanat adamlarını cömertçe himaye etti. Türkçe’nin Çağatay lehçesinde Nevâi’den sonra gelen ikinci büyük şairidir. En önemli eseri “Babürname” adlı hatıratıdır. Bâbürname Çağatay Türkçesi ile yazılmış ve çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Türk dilinde bütün zamanlarda nesirle yazılmış eserlerinin en mühim birkaçı arasında yer alır. Gerçek bir şaheserdir. Bâbürname’yi okumayan bir Türk aydını çok şey kaybetmiştir. Şiirlerini bir divan’da topladı. Orijinal yazı stili “Hatt-ı Bâbûrî” adıyla meşhur oldu. Türkçeden başka pek mükemmel suretle Farsça ve Arapça bilirdi.”
Babür Şah ayrıca Hanefi mezhebine ait fıkıh bilgilerini içine alan “Mübeyyen” adlı eseri yazdı. Türkistanlı büyük tasavvuf alimi Hâce Ubeydullah- Ahrar hazretlerinin Farsça Hanefî fıkhı üzerine yazdığı “Risale-i Validiyye” yi on bir günde Türkçe nazma çevirdi. Bu işi yapmasının hikmetini hatırlarında şöyle anlatmaktadır:
“Cuma günü, ayın 23’ünde, vücudumda bir hararet peydah oldu. O derece ki, Cuma namazını mescidde ızdırapla kıldım. Öyle namazı ihtiyatını (zuhr-i ahir) kütüphanemde, bir müddet sonra zahmetle kılabildim. Salı gecesi, Safer ayının yirmi yedisinde Hâce Ubeydullah hazretlerinin “Validiyye Risalesi”ni çevirmek hatırıma geldi. Hazretin ruhuna iltica edip, gönlümden: Eğer bu manzume, o hazretin makbulü olur -nitekim Kasidei bürde sahibinin kasidesi makbul olup kendi felç hastalığından kurtulmuştu- ve ben de bu hastalıktan kurtulursam, bu, nazmımın kabul olduğuna delil olur- diye düşündüm. Bu niyetle risalenin nazmına başladım. Allah’ın inayeti ve hazretin himmetiyle Perşembe günü, ayın yirmi dokuzunda rahatsızlığım biraz hafifledi; sonra bu hastalıktan kurtuldum.”
Babür Şah hatıraları “Babürname” de gördüğü, tanıdığı şahısları ve şehirleri bütün özellikleriyle mükemmel bir şekilde kaydetmektedir.
Mesela babası Ömer Şeyh Mirza hakkında şunları ifade ediyor:
“ 1456’da Semerkand’da doğdu. Hanefi mezhebinden olup, temiz itikatlı bir adamdı. Beş vakit namazı bırakamazdı. Kazaya kalanları da hayattayken kılmıştır. Çok defa yüksek sesle kuran okurdu. Hoca Ubeydullah-ı Hazretleri’nin müridi idi ve sohbetleriyle çok müşerref olmuştu. Hoca hazretleri de ona “ oğlum” diye hitap ederdi. Okuyup yazmayı iyi bilirdi. Hamseteyn, mesnevi ve tarih kitaplarını mütalaa etmişti. Ekseriya şeyhname okurdu. Şiire istidadı vardı, fakat buna ehemmiyet vermezdi. Yüksek himmetli, büyük bir padişah olduğu için daima memleketini genişletmek fikrindeydi. Çok cömert ve iyi huylu idi. Güzel ve tatlı dilli bir adamdı. Cesur ve mertti. Oku orta derecede atardı. Yumruğu çok kuvvetliydi. Onun yumruğundan devrilmeyen yoktu.
Babür Şah Babürname’de Semerkand şehri hakkında da şunları kaydediyor:
“ Semerkand kadar güzel bir şehir dünyada çok az bulunur. Hiç bir düşman şiddet ve üstünlük ile bunu ele geçirmediği için, “Belde-i mahfuza” derler. Semerkand, Emirülmüminin Hazreti Osman zamanında İslamiyeti kabul etmiştir. Sahabeden Kusam bin Abbas buraya gelmiştir. Mezarı “Ahen”in kapısı dışındadır. Ve hala “Mezar-ı Şah” (Şah-ı Zinde) ismiyle maruftur. Ahalisi tamamen Sünnî, pâki mezhep, şeriata bağlı ve dindardır. Hazreti peygamber zamanından beri Maveraünnehr de o kadar çok İslam alimi yetişmiştir ki, hiçbir vilayetten o kadar alîm çıktığı malum değildir. Kelâm alimlerinden olan Şeyh Ebu Mansur Semerkand’ın Mâtürîd mahallesindendir. Kelâm imamları iki fırkadır. Birine Mâtürîdiye, diğerine de Eş’ariye derler. Mâturîdiye, bu şeyh Ebu Mansur tarafından kurulmuştur. Sahih-i Buhâri yazarı Hoca İsmail Hazretleri’de Maveraünnehr’dendir. “Hidaye” sahibi, Fergana’nın Merginan vilayettendir. İmam Ebu Hanife mezhebinden Hidaye’den daha bir muteber fıkıh kitabı yoktur.”
Babür Şah, Yılmaz Öztuna’nın dediği gibi tam bir botanikçi, zoolog ve bahçe mimarıdır. Gezdiği, gördüğü bütün yerlerde ağaçların, çiçeklerin, hayvanların isimlerini ve bütün özelliklerini Babürnâmede kaydetmektedir. Mesela, Kâbil taraflarında bir dağ eteğinde, otuz üç çeşit lale tespit edip, bunların bütün özelliklerini anlatmaktadır.
Ömrü seferlerde geçen Babür Şah, bazı seneler bayram namazlarını da askeriyle cephede kıldığı olurdu. Babürnâme’de bir bayram namazını askeriyle nasıl kıldığını şöyle anlatıyor: “ Tus suyunun sahilinde konakladık. O akşam havanın o kadar açık olmamasına rağmen birkaç adam hilali gördüler ve kadı önünde Şahadet ettiler. Ay başı tespit oldu. Salı günü sabahı bayram namazını kılıp hareket ettik.”
Babürlü Devleti’nde Kültür ve Medeniyet Çok Yüksekti
Babürlü devleti zamanında Hindistan’da büyük âlim ve evliyalar yetişti. Mesela Silsile-i aliyye büyüklerinden; Muhammed Bâkî- Billah, İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Masum Faruki, Seyfeddin-i Faruki, Seyyid Nur Bedayuni, Mazharı Cân-ı Cânân, Abdullah-ı Dehlevî; büyük Tefsir âlimi Senâullah-i Panî-Pütî ve meşhur Hadis âlimi Abdülaziz Dehlevî’de bu devirde yaşamışlardır.
Babürlü devleti’nde 16 büyük padişah hüküm sürdü. Bunlardan Babür Şah, oğlu Hümayun Şah ve Sultan Evrengzîb Âlemgîr Şah İslâmiyet’e büyük hizmette bulundular. Evrengzîb Âlemgîr Şah “Fetava-i Hindiyye”, Cihangir Şah ise “Tüzük-i Cihangir” gibi çok kıymetli eserleri hazırlattılar.
Babürlü devleti zamanında Hindistan’da çok değerli mimari eserler, camiler, saraylar yapıldı. Şah Cihan tarafından 1632’de başlayıp 1654’te bitirilen Tac Mahal dünya mimari şaheserlerinden sayılmaktadır.
İçkiyi Yasak Etti ve Vergileri Kaldırdı
Babür Şah, halkına bir ferman göndererek kazanılan zafer ve fetihlere bir şükran borcu; gençlik yıllarındaki günahlarının tövbesinin kabulüne de sadaka olmak üzere, Hindistan’da içkinin yapılmasını, içilmesini yasak etti. Eski padişahlar tarafından şeriata aykırı olarak alınan aşırı vergilerin hepsini Müslümanlardan kaldırdığını artık hiçbir şehir ve kasaba yol, geçit, uğrak ve limanlardan vergi alınmayacağını bildirdi.
Padişahlığının son zamanlarında Babür Şah’ın çok sevdiği oğlu Hümayun’un hastalandı. Doktorların bütün tedavilerine rağmen iyileşmedi. Babür Şah buna çok üzülüyordu. Kendisine Hümayun’un şifa bulması için kıymetli bir nezr (adak) yapması söylendi. “O halde ben kendimi nezr edeyim” deyip, Hümayun’un baş ucuna geçti. Üç defa “ne derdin varsa ben üzerime aldım” dedi. Bunun üzerine Hümayun iyileşip kalktı, bu defa kendi ağırlaştı. Bunun üzerine bütün devlet erkânını Hümayun’u yerine velihad tayin ettiğini, tahtı da Ona verdiğini söyledi. Hazır bulunan devlet adamlarının hepsi ellerini uzatarak Hümayun’a biat ettiler.
Babür Şah 25 Aralık 1530’da Agra’da vefat etti. Vasiyetine uyularak cenazesi çok sevdiği Kâbil’e getirilip türbesinde defnedildi.
Babürlü Devletinin Yıkılışı ve İngiliz Vahşeti
1857’de büyük bir İngiliz ordusu, Delhi’yi Babürlülerin elinden aldı. Son hükümdar II. Bahadır Şah tahtan indirildi. İngilizler Delhi’de evleri, dükkanları basıp, malları, paraları yağma ettiler. Kadınları, çocukları dahi kılıçtan geçirdiler. İçecek su bile bulunmaz oldu. Hümayun Şahın türbesine sığınmış olan çok yaşlı Şah’ı, çoluk-çocukları ile, elleri bağlı olarak, kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, yolda şahın üç oğlunu soydurup, don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehid etti. Sonra, sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını Rangon şehrine sürüp hapsettiler. II.Bahadır Şah 1862’de zindanda vefat etti.
İngilizler, tarihi sanat eserlerini yıktılar. Eşi bulunmayan, kıymet biçilmeyen ziynet eşyalarını gemilere doldurup, Londra’ya götürdüler. Yılmaz Öztuna: “Agra’nın fethinde Babür Şah’ın eline geçen ve oğlu Hümayun’a hediye edilen 146 krat elmas, bugün 160 krat halinde yeniden yontulmuş olarak İngiltere Kralı’nın tacını süslemektedir” Diyor. Babür Şah da hatıralarında bu elmasın kıymeti hakkında; “ bir ehli bunun bütün dünyanın iki buçuk günlük masrafını karşılar” dediğini ifade ediyor.
Numan Aydoğan Ünal
www.turkalemiyiz.com